Kandıra Anılarına Devam- Nurşen YENİAY

HALAM ŞEFİKA VE CİHAT ENİŞTEM!!!

Halamı hep şen haliyle hatırlıyorum. Cihat eniştemi de. Uzun boylu çok yakışıklı haliyle hatırlıyorum. İçkiyi çok severdi. İki oğlu vardı Öz ve Ahmet.

Orta sırada sağ baştaki Cihat enişte.


Öz abim değme artislere taş çıkartacak kadar yakışıklı ve kızların gözdesiydi. Ahmet abimde yakışıklı fakat kısa boyluydu. Ahmet abim havacı Öz abim ise kara Astsubayıydı. Öz abim o kadar dik insandı ki ordudan atıldı. Atılma sebebi de ordu evi bahçesinde bir grup askerle futbol oynarlarken bahçede bir masada teğmen ve Yüzbaşılar çay içip sohbet ediyorlarmış. Öz abimin vurduğu top o masaya çarpmış. Subaylar uyarı yapmışlar ama bizimki o kadar dik ki emir almayı hiç sevmez, Subayların masasına doğru bile bile ayakla topa vurmuş. Masadaki çay ve kahveleri devirmiş ve tabi ki ordudan atılmış (üstlerine itaatsizlikten)

Sol baştaki Şefika hanım.

Ahmet abim ise çok sakin bir insandı .Oda evlenmedi halamı bu çok üzerdi.

Halamı çok severdim bazı geceler oturmaya giderdik. O gece yine gittiğimizde anneme sırtını gösterdi. Yaralar vardı. Bunlar ne diye sorduğumuzda birdenbire meydana geldi dedi. Doktor merhem vermiş, sürün geçer demiş, Annemle tekrar gittiğimizde o yaralar bütün vücudunu kaplamıştı. Meğer Cilt kanseriymiş. Kısa bir sürede vefat etti. Çok içtiği için Cihat eniştemde akciğer kanseri oldu ve o da aramızdan ayrıldı. Biz küçüktük. Halam ve eniştemin aramızdan ayrıldığında ama o acı çok kötüydü. Öz abim kendini tamamen içkiye verdi, Ahmet abim garip arkadaş grubu ile her akşam içki alemleri yapmaya başladı, Babamdan çekindikleri için her ikisi de bizlerden koptu. Ahmet abim hiç evlenmedi. Öz abim İzmit’te köfteci dükkanı açmış. Evlenmiş bir oğlu olmuş ama eşinden boşanmıştı, Nasıl oldu dayısını hatırlayabildiyse oğlunun sünnetine bizleri çağırmıştı. Sünnetten sonra onu bir daha görmedim. Her ikisi de kanserden hayatlarını kaybetmişler. Yitip giden ziyan edilen hayatlara ibrettir bu.

Kandıra’dan acı yaşanmışlıklar.

FİKRİ USTA!!

Fikri ustalar Çarşıya giden yolun sol tarafında 2 katlı ahşap bir evde oturuyorlardı. Evin arka tarafında ki arada Babası Laz Mithat amca, kardeşi Fikriye teyze ve anneleri Seher teyze küçük bir evde oturuyorlardı. O arada Fikri ustanın topladığı hurdalar vardı. Fikri Usta sobacılıkta yapıyordu. Fikri Ustanın 3 kızı vardı, Muazzez, Mualla ve mücella. Mualla ile ayni sınıfa giderdik, Aman tanrım ne geçimsiz bir kızdı.o geçimsiz ben geçimsiz, bir dargın bir barışıktık onunla. (Ben ondan daha iyiyim ama).

Nedense Fikri ustadan çok korkardık. Zebellah gibi iri bıyıklı, kara bir adamdı. Mahallenin abileri çivi ve cam parçacıkları ile Tommiks, teksas ve bunun gibi kitapları okuturlardı, Bizde Fikri ustanın arkada topladığı hurda yığınlarından çivi ve cam parçacıklarından çalardık. Bir gün bizi gördü. Korkudan ödümüz patladı, Bir daha o hurdaların yanına bile yaklaşmadık. Fikri usta o hurda parçalarından kendine bir taksi yapmıştı. Mahallenin çocukları kendi aralarında bu araba yürüyormu diye dalga geçiyorlardı.

Eşi Şükran teyze sakin, ufak tefek bir kadındı, Kendisi ve Çocukları da Fikri Ustadan çok çekinirlerdi.

Babası Laz Mithat amcanın uzun bıyıkları vardı. Kandıra da çekilen Beyaz Mendil Filminde oynamıştı ,Çok kısa bir rolü vardı. Sadece şu sözlerini hatırlıyorum ”Sen sevdaluk nedir bilirmisin”.

Laz Mithat amcanın kızı Fikriye teyzeyi çok severdik, Çok iyi niyetli konuşkan bir kadındı. Eşinden ayrılıp babasının yanına o küçük eve sığınmıştı. İki kızı olmuştu. Annelerini istemediler, Babanın yanında kaldılar. Fikriye teyze anneme gelir hep ağlardı. Ben çok üzülürdüm. Sonradan evlendi. Ben bir daha onu görmedim.

Aydınlık mahallesinin anıları hiç bitmez,

ÇOK SEVDİĞİM KÜTÜPHANEM!

Halk Kütüphanesi, Yelken Sineması karşısında hizmet verirken mal sahibi tarafından kirası az bulunarak defalarca çıkmamız için uyarıldık. Bakanlığı aradım maalesef kiranın artırılmayacağı söylendi. Fakat mal sahibi devamlı huzursuz ediyor, Çıkmamızı istiyordu. Yeniden Bakanlığı aradım, Yeni yer bulun taşının talimatı verildi. Neyse Esnaf Kefalet Kooperatifine ait binanın son katını kiraladık ve taşındık. O kadar kitabın tasnif ve yerleştirilmesi aylar aldı. Çok yorulduk. Hem hizmet veriyor hem yerleşiyorduk. Neyse tamamen yerleştik. Kütüphane çok ferah ve güzel oldu. Diğer İzbe ve karanlık yerden kurtulmuştuk.

Öğrencilere önemli günlerde konferanslar veriyor, sergiler açıyorduk. Çok güzel faaliyetlerimiz oluyordu. En çok kitap okuyan kişiyi seçip ona kitap hediye ediyor onların kütüphaneye gelmelerini teşvik ediyorduk. Belli gün ve haftalarda sınıf sınıf öğrencileri alıp, onlara kitap tanıtımları yapıyor, günün anlam ve önemine dair konferanslar veriyorduk. Birde Tiyatro getirdik. Satı Kadın diye. Çok İzdiham olmuş ve beğenilmişti.

Kitaplar Dewey Onlu tasnife göre raflara yerleştirilmişti. Her aradığınızı kolayca bulabiliyordunuz.

Okuyucularla beraber bende hayli kitap okumuştum, Sanki hepsini bir günde okuyabilecekmişim gibi masamın üzeri kitap yığınıyla dolu olurdu. Ben nedense okumaya çok aç biriydim.

Bir süre sonra Kandıra’ya bir Kütüphane kazandırayım dedim. İzmit caddesinin benimde oturduğum semtinden yüz metre ilerisinde yer belirledik. Vehbi Dinçer Beyle telefonda görüştüm. O yer için İzmit Kültür Müdürü, Kültür Müdür yardımcısı ve Bayındırlıktan uzman ve Yetkililer geldi, Hep beraber o zamanın Belediye Başkanı Kenan Evin Beyle görüştük. Oraya Süleyman Demirel Kültür Merkezi yapıldı ben Kandıra’ya bir Kütüphane kazandırdım. Fakat bana orada oturmak kısmet olmadı. Zira o ara Süleyman Demirel, bir defaya mahsus olmak üzere 20 yılını dolduran herkes yaş haddi gözetmeksizin emekliye ayrılabilir diye bir kanun çıkardı ve ben çok genç yaşta emekli oldum. Ama şimdi keşke daha çalışsaydım diye hala üzülürüm.

Tekrar dönüş olsaydı bir yirmi yıl daha çalışırdım. Çok keyifli bir çalışma hayatıydı. Kitaplarla uğraşmak kitap kokusu duymak bana çok mutluluk verirdi. Bu anıları hiçbir zaman unutamam.

AYSEL BAYDAR!!!!

Aysel’le onların apartmanına (Baydar apt) taşındığımız zaman tanıştım. Özverili, becerikli, insan canlısı biriydi. Üç çocuğu vardı. Hayrullah, Nagehan ve Nalan. En küçükleri Nalan dı. Çok tatlı bir bebekti, Onu sevmek için hep bize kaçırır severdim.

Aysel’le sanki kırk yıldır tanışıyor gibi arkadaş olmuştuk. Dairelerimiz yan yanaydı çok becerikli olduğu için hamur işlerini çok güzel yapardı ve her yaptığından mutlaka bana getirirdi. Onunla her anımız güzeldi. Fakat babam bize ev yapınca Faik Efendi sokağındaki evimize taşındık. Bayağı uzak kaldık ama ilişkilerimiz hiç kopmadı. Tabii yan yana dairelerde olduğumuz gibi her gün beraber değildik.

Birgün işten çıktım, Pide içi hazırlayacaktım. Ispanakları ayıklayıp yıkadım. O ara telefon çaldı. Boğuk ve kısık bir ses Nurşen yetiş ben ölüyorum dedi. Ben biri beni işletiyor zannettim. Ben Aysel dedi telefondaki ses. Çocuklar küçük yanlarına birini ayarladım. Bir taksi tuttum. Baydar apartmanına gittim baktım. Aysel yerde yatıyor. Tek başıma kaldıramadım. Şoförden yardım istedim. Hastaneye götürdük. Hemen Oksijen çadırına alıp sonra serum bağladılar. Biraz gözlerini açtı ve ayağa kalktı. Babasına haber verdim. Ailesi geldi evlerine götürdüler. Bende o iyileştikten sonra eve döndüm.

Meğer Aysel, evin banyo ve tuvaletlerini temizliyormuş. Tuz ruhu ve Çamaşır suyunu karıştırarak yıkamış. O da onu zehirlemiş. Kendini fena hissedince beni aramış, sonra düşüp bayılmış. Tabi ben çok üzüldüm. Her gün aradım o iyileşince de çok ferahladım, O iyi insanı Tanrı çocuklarına bağışladı. Canım Aysel’le arkadaşımız hala devam ediyor.

Özlenen günlerdi o zamanlar. Hiç bitmesini istemediğiniz anlar oldu mu? İşte bende öyle hissediyorum zaman zaman.

ZAT-I SUNGUR!

Yılını tam bilemiyorum, Yelken Sinemasına Zat-ı Sungur gelmiş. Tabi hiç kaçırır mıyız. Gündüz matinasına gittik. İlginç gösteriler yapıyor. İlizyon ile bir şeyleri kaybediyor, geri getiriyor, hostes kızı hipnozla uyutup abra kadabra diyor, boşluğa yatırıp yukarıya doğru yükseltiyordu. Kızın altında destek olmadığını kanıtlamak için ,seyircilerden bir kişiyi sahneye çağırıp yükselttiği kızın altından bir kaç defa geçiriyor, altında destek olmadığını kanıtlıyordu. Sinema salonu alkıştan yıkılıyor, bazı seyirciler ise ıslıkla eşlik ediyorlardı. Yuvarlak kutunun içerisine gazete kağıdından kırpıntılar yapıp hokus pokus diyor onu kağıtlı şekere çeviriyor, O şekerleri de seyirciye doğru serpiyordu. Seyirciler şekerleri yediler yine alkıştan sinema inledi, Seyirciden çok beğeni topladı. Herkes nefessiz izliyordu,

Tekrar seyircilerden bir kişi ister. Cesaretli biri çıkar onu hipnoz ederek her dediğini yaptırır. Yere yat der genç yere yattı, dans et dedi dans etti, kahkaha at dedi attı, ağla dedi ağladı ve sonunda seyirci uyandıktan sonra sonra hiç bir şey hatırlamadı,

Tabi o yıllar için bunlar şaşırtıcı ve inanılmaz olabiliyor. Daha bazı şeyleri görmediğimiz için o yapılanları hayretle izliyorduk.

Adam sanki kahin gibi. Seyircilerden biri parmak kaldırdı. Bileziğini kaybetmiş. Acaba nerede diye sordu, Adamda eşin onu satmış diye cevap verdi. Annemde elmas küpelerini kaybetmişti onu sordu, Adam evinizden çalınmış cevabını verdi (acaba o zamanlar insanlar biraz saf mıydılar, bilemiyorum.) Daha buna benzer bir sürü sorular soruldu.

En son finalde ise, uzun bir kutuya hostesi koyarak kılıçlarla 3 parçaya ayırıp, sonra birleştirip ayağa kaldırması herkes için çok inanılmaz gelmişti.

Şimdi hatırlıyorum da ne saf insanlarmışız diye gülüyorum, Şimdi bile bu kaybetme işini kızım bu eşyalardan alıp, elinin içinde mendili kaybediyor tamamen aldatmaca.

Neyse program biter sahne kapanır. Adam alkış almak için perdenin önüne gelir. Alkış aldıkça bunu iki üç defa tekrarlar. Tüm sinema alkıştan yıkılır.

Haftalarca konuşuldu bu olay. Kadını nasıl yükseltti. Kağıttan şeker nasıl yaptı v.s,

Böylece Kandıra’dan bir Zat-ı Sungur geçti.