ORUCUN HİKMETİ- İlahiyatçı Prof. Dr. Murat Sülün

MURAT SÜLÜN

İbadetlerde hikemî ve taabbudî yaklaşımlar tarih boyu eksik olmamıştır. 

Bir kısım âlimler; “Allah’ın bir şeyi emretmiş ya da yasaklamış olması yeterlidir; o emir ve yasak için hikmet aramaya gerek yoktur” derken, bazı âlimler de “Allah hakîmdir; bütün emir ve yasakları hikmete dayanır” demişlerdir. 

Aslında her iki yaklaşım da gerçeğin bir yüzünü yansıtmaktadır; ilahi emir ve yasaklar için bir hikmet bulsak da, bulmasak da bunlara riayet etmek durumundayız; bunların hikmetleri aşikâr ise de bunlar hikmetlerinden dolayı ifa ediliyor değildir. Çünkü ibadetlerin hikmetleri sınırlandırılamamaktadır. 

Bununla birlikte, Yüce Allah da, Kur’ān-ı Kerim de hakîm olmasına rağmen, taabbudî yaklaşımın baskın çıkması sebebiyle, genelde hikmetlerinden soyutlanarak –şuursuzca ve anlamadan- ifa edilen ibadetler merasime dönüşmüştür. 

İsrâ suresinin 23-39. âyetlerinde olduğu gibi, emir ve yasaklarını daima gerekçeli olarak sunan Kur’ān-ı Kerim; oruç ayetindeki لعلكم تتقون [sakınasınız diye] ifadesiyle, orucun da belli bir gaye ile emredildiğini bildirmiştir. Çünkü gayesi gerçekleşmeyen bir ibadet, merasim ve gösterişten öte gitmez… 

Pekiyi, oruç söz konusu ‘sakınma’yı nasıl sağlıyor?

İnsan enerjisinin kaynağı, yiyip içtikleridir; yiyip içmenin sona erdiği bir biyolojik mekanizmanın hayatta kalabileceği gün sayısı sınırlıdır. Yiyip içtiklerimiz, bedenimiz için bir tür yakıttır; et, süt, yumurta, balık, tereyağ, bal, ceviz, fındık, fıstık, badem vs. yiyeceklerle beslenenler, baklagil ve sebze ağırlıklı beslenenlerden daha gelişkin olurlar; arzu ve dürtüleri de o oranda güçlü olur. 

Rahmanî işlere yönlendirildiğinde son derece gerekli olan enerjinin, özellikle fücûr yönü ağır basanları şeytanî işlere sürüklediği de bir vâkıadır; yani enerji bir şekilde boşalacaktır. Hazret-i Peygamber; kanın damarlarda dolaştığı gibi, şeytanın da bedenimizde dolaştığını bildirerek, orucun şeytanın dolaşım yollarını daralttığını; onun üzerimizdeki olumsuz etkilerini azalttığını belirtmiştir. “Şeytanların Ramazan ayında zincire vurulması” da işbu durumu sembolize etmektedir. 

Demek ki, mâsiyetlerin tetikleyicisi, şehevî arzu ve dürtüler; bu dürtüleri kıran ise açlık ve susuzluktur.

Normal bir insan ne kadar kaliteli, sağlıklı ve dengeli besleniyorsa, bedenen ve ruhen o kadar sağlıklı olur. Bu noktada; aklı dumura uğratarak insanları birbirine düşman eden içki ve uyuşturucudan uzak duranlarla bu “şeytan işi pislik”lere bulaşanları düşünelim. 

Yine, “İnsanın doldurduğu en kötü kap midesidir!” ikazına kulak asmayarak, önüne konulanı “Agop’un kazı gibi” yutan kişilerle dengeli beslenenleri karşılaştıralım. Çeşitli iç-organların yağlanmasında, kalp, damar hastalıklarında, ‘yeme-içmede israf’ın büyük rolü vardır; buna hareketsizlik de eklenince, sağlıksız bir beden yapısı ortaya çıkmaktadır. 

Hastalıklı bir beden ise, hem bereketsiz bir ömür demektir hem de ülke kaynaklarının sağlık hizmetleri adı altında çarçur edilmesi demektir… 

İşte, “Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi sakınasınız diye size de sayılı günlerde farz kılınmıştır.” buyruğuyla emredilen oruç, gerek yiyecek–içecek dengesinin sağlanmasına gerekse İslami bir hayat yaşama arzusuna önemli katkılar verebilecek değişik bir ibadettir. Ve bu farklılığından dolayı, karşılığının sadece Allah tarafından verilebileceği bildirilmiştir. 

Sonuç olarak; burada konumuzla ilgili iki husus öne çıkmaktadır: Orucun hikmeti ve zamanı… 

(i) Oruç tutan kişi; yeme-içme gibi normalde helal olan şeylerden dahi uzak durarak, kendisini haramlara karşı aşılamış olmakta; mâsiyetlere karşı bir tür bağışıklık kazanmaktadır. 

“Sakınasınız diye” ifadesi şu anlama gelmektedir: Hak Teala’nın rızasına aykırı kalbî ve zahirî her tür amelden; (a) hukukî ceza gerektiren yasak edimlerden ve (b) ahlakî düşüklük anlamına gelen tutum ve davranışlardan uzak durarak, kendinizi Allah’ın hışmından koruyasınız. Hatta (c) yeme-içme düzeninizi kontrol edip, israftan uzak dengeli bir hale getirerek, birçok hastalıktan korunasınız. 

(ii) “Sayılı günlerde”, yani oruç tutulan gün sayısının tam bir ay olmasına dikkat ederek… Niçin? 

Çünkü otuz gün, kötü alışkanlıklardan kurtulabilmek için yeterli bir süredir. İnsan, sadece midesine ve beline değil, eline, diline, gözüne ve aklına da otuz! gün oruç tutturarak, tam bir ay! İslami bir hayat sürdürebilirse, bu yaşam tarzının diğer aylara, yani ömrün tamamına yayılmaması için ciddi bir sebep yoktur. 

Ayrıca, “Bunca gün nasıl oruç tutabiliriz; eyvah yandık!” diyerek, oruç günlerinin abartılmaması gerekir; “sayılı gün” çabuk geçer. Kaldı ki, Ramazan geceleri normal hayat devam etmektedir.

Sözlerime Mevlana’nın şu uyarılarıyla son veriyorum: “Sen ‘amel’den; namaz kılmayı, oruç tutmayı, hacca gitmeyi, geceleri uyumayarak ağlayıp inlemeyi ve perhiz etmeyi anlıyorsun. Halbuki bunların hiçbiri, amelin aslı ve kendisi olmayıp suret ve sebepleridir. Ancak hepsini yaptığın zaman, bunların sende bir etki sağlaması mümkündür. İçi-dışı bir olmayan bir adam bu suretleri yerine getirirse, bunun hiç ona faydası olur mu?”. Demek ki amel “yapılan işlerin insanda bir etki bırakması”dır ki buna göre, rükû, secde vs. hareketleri yaptığı halde iç dünyasında kemâle doğru bir ilerleme bulunmayan biri, amel sahibi olmamaktadır. Zira (hakikî) amel, içi değiştirmek olup amelde esas olan zahiri hareketler değil, bu hareketlerin sâiki olan kasıttır.  Kaldı ki; “Şart, iyilik etmek değil, iyilikle gitmek; bu iyiliği Allah’a götürmektir. İnsanlıktan mı bir cevhere sahipsin, eşeklikten mi? Bu arazlar yok olunca, nasıl götüreceksin ki? Bu namaz ve oruç arazlarını Allah’a nasıl ileteceksin ki? Çünkü araz iki zaman zarfında baki kalmaz; yok olup gider, bir anlıktır… ‘Ben şu kadar ibadet etmiştim’ deme; o arazlardan elde edileni göster.”  

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir