Kandıra’mızın halk ağzına mahsus kelimeleri hatırlatmaya devam ediyoruz. Bu hafta birkaç sesi birden ele alacağız. Haydi başlayalım:
LÖKÜS: Yazı dilimizde “lüks” diye geçiyor. “Bir çeşit fener”. Piknik tüpünün üzerine geçirilen kuvvetli bir aydınlatıcı. Orta kısmındaki “gömlek” diye adlandırılan kısmı ateşlenir, çok kullanıldığında bu gömlek yenisiyle değiştirilirdi. Gömleğin etrafında rüzgardan etkilenip sönmesin diye silindir şeklinde koruyucu bir cam kalkan bulunurdu. Türkçe Sözlük’te “Hava basınçlı bir tür petrol lambası” şeklinde tanımlanmış.
MÂNİ VERMEK /MAHNA VERMEK: “Kusur bularak ayıplamak”. Başkalarında kusur bulmayı alışkanlık edinenlerin sık sık yaptıkları bir hareket. Genelllikle dedikoducu insanların yaptığı bir çeşit gıybet. Çoğu zaman kusurlu bulunan kişinin yüzüne söylenmeyip arkasından konuşma şeklinde yapılır. “Mânâ vermek” veya “bahane bulmak”tan türemiş olmalı. Özellikle kadınların misafiri oldukları evlerin temizlik veya düzeni konusunda sık sık yaptıkları bir şeydir.
MARAZLI: “Ağzından salyalar saçarak konuşan veya sık sık boğazını temizleyen” kişiler için kullanılan bir sıfat. Önceki yazılarınmdan birinde aynı anlamda kullanılan “kefli” sözünü anlatırken değindiğim için burada ayrıntıya girmeyeceğim.
MASUZDAN: “Bilerek, kasıtlı olarak” anlamı da var, “ciddî olmaksızın, şakacıktan” anlamı da. Önceki yazılarımdan birinde aynı anlamda kullanılan “engasdan” sözünde ayrıntılı olarak anlatmıştım. Bizim köylerimizde bir kişiyi sinirlendirmek için ısrarla yapılan şakalar için de istenmedik davranışlar için de kullanılırdı.
MEMLEKET (sıfat/zarf): “Aşırı derecede fazla, normalden çok miktarda” anlamında kullanırdı büyüklerimiz bu kelimeyi. Bu anlam kullanılmaya kullanılmaya unutuldu gitti. Türkçe Sözlük’te de Derleme Sözlüğü’nde de yok. Herhalde bize mahsus bir kullanım. Bir büyüğümüz, şu anda ne olduğunu hatırlamadığım bir şeyin (Mantar, kaldirik mancarı vb. bir şey olabilir. K.A.) kendi köylerinin civarında bulunup bulunmadığını sorduğumda “Ocaklaa deresinde bi memneket, dolu!” cevabını vermişti. Rahmetli gocanam da (babaannem) çok sık kullanırda bu sözü.
MERES: “Miras” sözünün Kandıra ağzındaki kullanımı. Ancak genel anlamının yanında özellikle ikram ederken bol bol verilen yahut fütursuzca harcanan şeyler için kullanılan bir kelime. İkram eden yahut harcayan kişiyi eleştirmek için imalı olarak söylenirdi bir zamanlar. “Kendin kazanmadığın için değerini bilmeyip israf ediyorsun” anlamında.
MILÎK / MILÎMAK-: Kelimelerin l’si ince yani palâtâl söyleniyor. “Çok yumuşak” ve “çok yumuşamak” demektir bizim köylerimizde. Kıvamı aşırı derecede yumuşak şeyler için kullanılır. Daha çok da hamur, çamur vb. için. Unu hamur hâline getirirken suyunu fazla kaçırırsanız “mılîr”, “mılîk” olur. biraz daha un katmanız gerekir. İnsan organlarından pazu, kulak memesi, baldır ve boğazın hemen çene altında kalan, yaşlı insanlarda sarkan derinin yumuşaklığını anlatmak için de kullanılır.
MIRIS: “Burnundan konuşan” kişi. Burnunda geniz eti bulunan yahut ileri derecede nezle olan kişilerin bu durumunun seslerine, konuşmalarına yansıdığını anlatmak için kullanılır.
MİNTAN: Türkçe Sözlük’te “Yakasız, uzun kollu erkek gömleği” diye tanımlanmış ama bizde her türlü gömleğe verilen bir addır. (Sözlükte nedense halk ağzına ait olduğu belirtilip hlk kısaltması kullanılmamış…) Yakalı da yakasız da, uzun kollu da kısa kollu da olsa bu kelimeyle anlatılır. Aslında bizim köylerimizde “güünek” şeklinde söylenen Türkçe “gömlek” kelimesinin Farsça arkadaşı bu kelime.
NODUL: Köylerimizde yük ve binek hayvanlarını harekete geçirmek için dürtmeye yarayan uzunca düzgün sopanın yani “üvendire”nin (Bizim köylerimizde “fendire” deniyor. K.A.) ucunda bulunan iğne. Türkçe Sözlük’te var ama çok bilinen bir kelime değil. Bazen dürtmek yerine “nodullamak” tabiri de kullanılırdı eskiden.
OCAKLIK: Köy evlerimizde genellikle “içeri” denen (özellikle kış aylarında herkesin bir araya geldiği) en büyük odada bulunan “ısınma kaynağı ateşin yakıldığı girintili yer”. Elbette yemek de burada pişirilirdi. Bugünün şöminesi. Eski yazılarımdan birinde “ocak” olarak söz ettiğim bu bölüme “ocaklık” da deniyordu vaktizamanında.
OSMAK: “O ya da öyle zannetmek, benzetmek”. Çoğunlukla yanılgıyla sonuçlanan bir benzetme eylemi. Söz gelimi bir Kandıralı “İzmit’dekine osdum.” diyorsa, “İzmit’teki gibi olduğunu zannettim” anlamak gerekir. Giresun’un Alucra ve Şebinkarahisar ilçelerinde de bu anlamda kullanılıyormuş. Ülkemizin başka yerlerinde “karşılaştırmak”, “şaşırıp kalmak” ve “darılmak” anlamları da varmış ama bizde bu anlamlarda kullanılmıyor. “Karşılaştırmak” anlamı, Tarama Sözlüğü’nde de var.
ÖDEK: “Korkak”. Yazı dilindeki “ödlek” sözünün Kandıra köylerindeki kullanım biçimi. Derleme Sözlüğü’ne göre Anadolu’nun hemen her yerinde halk arasında bizdeki bu biçimiyle kullanılıyormuş.
ÖKÜSEMEK: “(Büyükbaş hayvanlarda) Cinsel isteği artmak”. Bu kelime TDK Türkçe Sözlük ve Derleme Sözlüğü’nde “öksemek” biçiminde geçiyor ve her ikisinde de “Özlemek, göreceği gelmek, istemek” şeklinde anlamlandırılmış. Yani genel bir anlam verilmiş. Ancak bizde dar anlamda, sadece hayvanlar için yukarıda belirttiğimiz anlamda kullanılıyor. Nadiren insanlar için de ima ve şaka yollu olarak kullanılır.
ÖLÜK: “Ölgün, cansız” anlamında, çok yaygı olmayan bir kelime. Tarama Sözlüğü’ne göre Kandıra’dan başka Gemene-Isparta ve Kurşunlu-Çankırı’da kullanılıyormuş. Bana biraz çocuk diline ait bir söz gibi geliyor.
ÖNGMEK: Damak n’si ile söyleniyor. “Gözetlemek, beklemek” demek. Birinin veya birilerinin gelmesini ona ya da onlara belli etmeden beklemek. Bazen de böyle bir amaç olmadan sessizce izlemek. Yazı dilimizde yok ama Türkçenin eski fiillerinden biri. Eski Oğuz (Eski Anadolu) Türkçesi eserlerinde bile kullanılmış. Ağızlar, kelimelerimizi yazı dilimizden çok daha fazla bugüne taşıyor. İyi ki de taşıyor. Yoksa unutulup giderdi bu ve buna benzer Türkçe kelimelerimiz…
ÖRTME: Bizde “başörtüsü” kelimesi yoktu. “Örtme” alırdı başına kadınlarımız. Anneciğimin nur yüzünü çevreleyen bembeyaz, mukaddes bir örtüydü örtme. Sonraki dönemlerde şehirlileşmeyle birlikte bozuldu; önce “başörtü”ye, daha sonra da küçülerek “eşarp”a dönüştü. Utanırdı bizim annelerimiz “eşarp” bağlamaya. Sosyete ya da sosyetiklik alâmeti görürlerdi o zamanlar. Eşarp da sonra sonra ya “türban” a dönüştü ya da boyuna takılan “fular”a…
ÖRÜKLEMEK: “Bir kabı ağzına kadar, neredeyse taşacak biçimde doldurmak.” Pek istenen bir davranış biçimi değildir. Söz gelimi çay doldururken bardakta dudak payı bırakmamak, örüklemektir. Genellikle elinin ayarı olmayan ya da aç gözlü insanlar yapar bunu. Görgüsüzlük alâmeti sayılır çoğu zaman. Eski Türkçede “yükselmek” anlamına gelen “örmek” fiilinden geliyor olmalı. Az da olsa “doruklamak” biçiminde de kullanılır.
ÖTE GÜN: Kandıra’nın köylerinde “ötügün” şeklinde de telâffuz edilir. “Önceki gün, geçen gün” demektir. Zaman belirtmek için “önceki günlerde” anlamında zarf olarak kullanılan bir ifadedir. “Ötügünnee” şeklindeki çoğul kullanımı daha yaygındır. Eski Türkçe “geçmek” anlamındaki “ötmek” fiiline dayanıyor elbette.
ÖTÜRÜKLÜ: “İshal olmuş kimse”. “Amel olmuş insan” kadar yaygın değilse de Anadolu’nun hemen her yerinde halk ağzında bu anlamıyla kullanılıyormuş. Bu da önceki kelime gibi “ötmek” fiilinden geliyor. Allah özellikle yolculuk hâlinde olanlarımızı “ötürüklü” olmaktan korusun…
ÖZEK: Köylerimizdeki “dombay (manda) veya öküz arabalarında ön ve arka dingili birbirine bağlayan uzun, yatay direk”. Tabii at arabalarında da. Bizde “üzek” diye söylenirdi. Motor icat oldu; artık ne at ne öküz ne de dombay arabası kaldı.
“Özek” niye kalsın ki ?..