KANDIRA HALK KÜLTÜRÜ SÖZLÜĞÜ [G] Doç.Dr. Kenan ACAR

Kandıra’nın köylerinde kullanılan kimi tamamen unutulmuş, kimi hatırlansa bile anlamı çıkartılamayan ilgi çekici sözleri anlatmaya devam ediyorum. Bu hafta g sesi ile başlayan kelimelerinize bakacağız:

GANASIR OLMAK: “Bir şeyi sürekli yaptığı için ondan bıkıp usanmak”. Çoğunlukla olumsuz fiilleri yapmaktan. Şimdikelerin “ambale olmak” dediğine benzer bir halet-i ruhiye ama tam olarak o da değil. Tekrarlamaktan kaynaklanan bıkkınlık hâli. Unutulup gitti bile. Türk Dil Kurumu Derleme Sözlüğü’nde bile yok. Demek ki bizden başkası kullanmamış…

GARAFIL: “Gölgelik yer”. Genel dildeki “loş” (İnce l ile. K.A.) sözüne benzer bir anlamı var ama bizdekinde ışığın azlığı değil, tenhalık öne çıkıyor. Bir de serinlik. Çanakkale Biga’da “karaful” sözü kullanılıyormuş. Ancak bizdeki anlamda değil. “Yüksek tepelerin eteği” demekmiş. Kalabalık yerlerde bulunmak, konuşmak istemeyen kişiler “garafıl” bir yer bulur, orada konuşur. Yahut yazın sıcağından bunalanın gözü “garafıl” bir yer arar kendine gelmek için.

GEÇİNMEK:  Allah gecinden versin, “ölmek” anlamında kullanılırdı bu kelime bizde. Bu anlamı TDK Türkçe Sözlük’e de halk ağzı ifadesine ait hlk kısaltmasıyla girmiş. Derleme Sözlüğü’nden Anadolu’nun hemen her yöresinde kullanıldığını görüyoruz ama şehirli insanlarımızın bu anlamı bilmediğini kelimeyi sadece “geliriyle hayatını sürdürebilmek” anlamıyla bildiğini zannediyorum. Aslında vefat eden herhangi bir kişiden söz ederken değil, “hasta yatağında son anlarını yaşayan, eskilerin “sekerât hâli dediği” durumda bulunan kimselerin ruhunu teslim ettiği”ni anlatan bir fiildi bu.  Hasta yatağındaki vaziyetinden her an öleceği anlaşılan, başında Kur’a-ı Kerîm okunan kişi vefat ettiğinde orada bulunanlar birbirine bakarak ölen kişiden bahisle “Geçindi” deyip üzüntüyle başlarını eğerdi…

GEGEK : İki farklı anlamını hatırlıyorum. Bunlardan biri “askı”. Ancak şimdiki gibi çoklu askı değil. Tek askı. Çoklu askının ise elbise asmaya yarayan her bir çengeli. Aslında bu anlamıyla “çengel” ve “kanca” kelimeleriyle daha fazla örtüşüyor gibi. Çünkü yüksekte ya da uzakta olduğu için erişilemeyen şeyleri almaya yarayan uzunca sopaların ucundaki çengele de bu ad verilirdi. İkinci anlamı ise “kasket tarzı şapkaların öne doğru uzanan, giyenin gözlerini ışıktan koruyan kısmı”. Eskilerin kasket için kullandığı “şemsisiperli serpuş”un ön kısmındaki şemsisiper yani güneş koruyucu. Giyip çıkartırken yahut birini selâmlarken tutulan yeri.

GELİNKADIN: Bizim oralardaki deyişle “gelingadın“. Köylerde tavukların can düşmanı. Onların sevimli yavrularını kapıp önce boğan, sonra yiyen canavar. Anadolu’nun bazı yörelerinde “gelincik” deniyormuş. Türkçe Sözlük’te bu şekilde madde başı yapılarak   “Sansargillerden, ince uzun yapılı, sivri çeneli, küçük bir hayvan” şeklinde tanımlanmış. Tam da benim hayâl meyâl hatırladığım gibi.

GEREN:  “Sasık, buruk” anlamında. Böyle bir şeyi yiyen kişinin yüz ifadesi, çoğumuzun limon yerken aldığı ifadeye benzer. Limon, sirke vb. şeyleri sevdiği için bolca yiyip içen bazılarımız hariç tabii. Aslında “tatsız tuzsuz” anlamına gelen “sasık”tan ziyade “buruk”a daha yakındir “geren”.

GERME:  Şimdilerde köylere yerleşenler tarla, bahçe vb. arazilerini şehirden aldıkları metal aksam ve tellerden yapılan “çit”lerle çeviriyor. Önceleri bilinmezdi böylesi. Tarlalarda pek kullanılmazdı da bahçeler birbirinden “germe”lerle ayrılırdı. Aynı boyda, belirli aralıklarla yere çakılmış kalınca sırıklar ve bunları birbirine sabitleyen, yere yatay vaziyette çakılmış daha inceleri. Yapılış amacı da avluları, bahçeleri birbirinden ayırmaktan ziyade hayvanların girip sebze meyveye zarar vermesini önlemek. Eskiler kavga ederken birbirine karşı kullanacak bir silah, daha doğrusu sopa bulamadıkları zaman olanca kuvvetiyle “germe”den bir sırık söker, onunla saldırırmış karşısındakine…

GEZENTİ: Çok sık kullanılan bir kelime değil. Gereğinden fazla eşya ile doldurulmuş ev vb. yerlerdeki sıkışıklığı ifade etmek için “Hiç gezenti kalmamış” derdi büyüklerimiz. Hiç olmazsa “bir insanın geçebileceği, yürüyebileceği kadar bir boş alan ya da koridor” bırakılmadığını belirtmek için. Eleştiri mahiyetinde.

GIMCIKLANMAK: İnsanların içinde bir şeyden huzursuz olduğunu veya onların bilmediği bir şey yapmayı düşündüğünü belli edecek şekilde “sürekli kıpırdamak”, el ve yüz hareketleriyle huzursuzluğunu -bazen de sabırsızlığını- belli edecek şekilde davranmak. Özellikle başkalarıyla birlikte yaptığı bir ziyareti bir an önce bitirip oradan ayrılma isteyen kişinin yaptığı bu tür hareketleri anlatmak için kullanılır. “Ne gımcıklanıp duruyorsun” diye de eleştirilir böyleleri.

GIVRAŞIL: Bildiğiniz “kertenkele”… Nedense “gıvraşıl” demiş bizimkiler. Kıvrıla kıvrıla, kıvrana kıvrana gittiği için olsa gerek. “Kertenkele” bilmezdik biz çocukluğumuzda. Önümüzden kıvrılarak hızla geçen bu hayvancağızı gördüğümüzde “Aaa, gıvraşıl geçti” derdik birbirimize şaşkın bir ifadeyle.

GIRNATA:  Bizim köy düğünlerinde davula eşlik eden “klârnet”e “gırnata”, onu çalana “gırnatacı” denirdi eskiden. Şu anda da yanlış bir ifadeyle “zurna” deniyor. Oysa ikisi de üflemeli ama zurna farklı bil çalgı bildiğiniz gibi. Düğüne davet edilen kişi düğün sahibine “Gırnata da var mı” diye sorar, karşısındaki de kasıla kasıla “Gırnatalı” diye övünerek cevap verirdi. Kelime, Bolu- Mudurnu’da “kırnata” şeklinde kullanılıyormuş.

GİCİŞMEK-GİDİŞMEK-GİCİKLİ: “Kaşınmak”. İkincisi daha çok kullanılıyor. “Sağ avucum gidişiya, para mı gelecek ne…” diye şaka yapar insanlar birbirine. Galiba daha şiddetli olunca “gicişmek” deniyor. Çünkü çok kaşınan, kaşınmadan duramayan kuşuye “uyuzlu” anlamında “gicikli” derdi rahmetli büyüklerimiz. Kedi, köpek gibi hayvanlar için de kullanılırdı tabii.

GÖCE: “Aşurelik buğday”. Anadolu’nun her yerinde kullanılıyor ama galiba biraz farklı anlamda. Türkçe Sözlük, “Tarhana, bulgur yapmak için kullanılan kabuğu soyulmuş ve kırılmış buğday” anlamını vermiş. Ancak bildiğim kadarıyla kabuğu soyulmuş olmakla birlikte kırılmamış biçimi aşurelik olanı.

GÖK: Bizim köylerimizdeki gocabalarımız ve gocanalarımızın dilinde Arapça “su rengi” anlamındaki “mâ‘î” sözünün Türkçeleşmiş biçimi olan “mavi” kelimesi yoktu. O rengi ifade için özbeöz Türkçesini yani eski şekli “kök” olan “gök” sözünü kullanırlardı. Bu kelimenin ikinci bir anlamı ise özellikle “sebze meyvelerin olgunlaşmamış hâli” idi. Bir bakıma “yeşil” anlamına gelirdi bu söz.

GÖZER: Bu da yurdumuzun hemen her yerinde halk arasında yaygın olarak kullanılan bir kelime. Eleğin büyüğüne kalbur, “kalburun büyüğü”ne “gözer” denir Kandıra’nın köylerinde. Göz göz iri delikleri olduğu için olsa gerek.  Harman zamanının vazgeçilmez aletlerinden idi vaktizamanında. Harmandaki “düğen” ya da “döven”in altındaki çakmak taşlarının param parça ettiği buğday başaklarından dökülen buğday taneleri önce (adını yanlış bilmiyorsam) “yaba” denilen parmaklı ya da parmaksız tahta kürekle rüzgârda savrulur, sonra da gözerden geçirilirdi. Toz toprağı iri gözeneklerden geçer, buğday ise içinde kalırdı. Ne günlerdi o günler…

GÜCÜK: “Kısa boylu” anlamında kullanılır. Sözlükte “yeterince gelişmemiş, bodur, güdük” açıklamaları da eklenmiş. Şubat ayına kısa olduğu için halk arasında “gücük ay” dendiği herkesin malûmudur. Ancak (“küçük” sözünden geliştiğini zannettiğim) “gücük” sözünün bizim köylerimizdeki kullanım alanı, bu ifade ile sınırlı değildir. Her şeyin kısası için kullanılır.

Burada bitirelim. Yeni kelimelerde buluşmak dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir