Yaban Hayvanlarının Korunması- Yüksek Orman Mühendisi Erkan KAYAÖZ

     YABAN HAYVANLARININ KORUMASI 

1. AVLAKLARIN VE YAŞAMA ORTAMLARININ KORUNMASI:

           Koruma gerekçeleri:

Bilimsel bakımdan yaban hayatının, dolayısıyla avlakların ve yaşama ortamlarının korunmasının gerekçeleri şöylece özetlenebilir: 

1) Dünya üzerinde bulunan atmosferin %21’ini oksijen oluşturur. Oksijen çeşitli hayat faaliyetleri ve tüm yanma olaylarının gerçekleşebilmesi için gereklidir. Bilindiği gibi yanma sonucunda Karbondioksit ve Karbon monoksit gazları meydana gelmektedir. Bugün dünyada oksijen üreten sadece yeşil bitkiler ile fitoplaktonlar bulunmakta ve bunlar sayesinde atmosferdeki oksijen dengesi sağlanabilmektedir. Buradan anlaşılabileceği gibi başka hiçbir gerekçe olmasa, sadece oksijen üretimi için bile doğanın, başka deyişle yaban hayatının korunması lüzumludur. Bu böyle olmakla birlikte aşağıda sıralanan daha birçok hususlarda yaban hayatının korunmasını zorunlu kılmaktadır. 

3) Glikoz üretimi sonucu çeşitli canlılar beslenme olanağı bulabilmektedirler. Çeşitli ot yiyen hayvanlar bu bitkilerle beslenmekte, etle geçinenler de ot yiyenleri avlayarak sonuçta yine yeşil bitkilerin üretiminden yararlanmaktadırlar. Böylece beslenme zinciri oluşmaktadır.

4) Bitkiler tüm canlıların hayatsal faaliyetlerini mümkün kılan oksijen ve glikoz ürettikleri gibi, doğada düzenleyici bir role de sahiptirler. Sıcak ve soğuk ekstremleri azaltarak bulundukları yeri daha yaşanır hale getirirler. Ayrıca su rejimini de düzenlerler. 

5) Doğada kuvvetli bir onarım ve yenileme gücü bulunmaktadır. İlk insandan bugüne kadar dünya yüzünde 100 milyar insan yaşadığı tahmin edilmektedir. Buna bir de çeşitli bitki ve hayvanları katacak olursak,  ölen canlıların kalıntılarını ortadan kaldıran mekanizmanın ne kadar kuvvetli olduğunu anlamanız mümkün olur. Çeşitli bakteri ve fungusların ve hatta böceklerin faaliyetleri sonucu bu kalıntılar ortadan kaldırıldığı gibi, daha sonra gelecek nesillere üreme ve gelişme ortamı da hazırlanmaktadır. 

                                                                                                        

6) Yaban hayatını korumanın diğer bir gerekçesi de, doğanın bizzat önemli bir ekonomik kaynak olmasıdır. Doğada yabani olarak bildiğimiz ve henüz kullanmadığımız birçok canlının, ileride kullanılabilecek ekonomik bir değer olması mümkündür. 

7) Yaban hayatını korumak adalet ve ahlak ilkelerine de uygun düşer. Evrende yaşayan canlı varlıklar içinde insandan başkalarının da bulunduğunu bilmek bunların yaşam haklarına saygı göstermek ve bu hayvan ve bitkileri gelecek nesillerin yararlanmasına hazır bir halde bulundurmak ahlaki bir nedendir. Bu, aynı zamanda insanoğlunun adalete olan inancını da ispat edecektir. 

Günümüz Avrupa’sında 100 çiçekli bitki türü yok olmak üzeredir. 1400 tür bitki ise çok az bulunabilmektedir. Kelebeklerden 96, balıklardan 104, memelilerden 36, kuşlardan 72, sürüngenlerden 47 ve kurbağalardan 13 türün nesli yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. 

                           

            8) Her bir canlı türünün vazgeçilemez bir bilgi kaynağı olduğunu da unutmamak gerekir. İnsan tarafından az etkilenmiş birçok alanlarda, insanlar için yararlı birçok bilgiler saklı olup kendisini inceleyecek bilim adamlarını beklemektedir. 

Yaban Hayatı başlı başına bilimsel bir kaynak olarak gözler önünde durmakta ve ekolojik bir sistemiz analizinde bilim adamlarına paha biçilmez kıymette yardımlarda bulunmaktadır. Bu durum bile yalnız başına yaban hayatının korunması için yeterli bir neden sayılabilir.

        Anız ve orman yangınları:

        Türkiye de eskiden beri hasattan sonra tarım alanlarında kalan artıklar yakılmaktadır. Bu yakma olayı, tarlanın ikinci ürün için hazırlanmasına kolaylaştırmak maksadıyla yapılmakta olup, bu tamamen yanlış bir uygulamadır. Çünkü toprağın en verimli kısmını oluşturan husus tabakası ile toprağın yüzeye yakın üst bölümlerinde bulunan ve bitkilerin gelişimi için gerekli olan mikro organizma ile birlikte bazı fauna elemanlarının yok olması neticesinde tarım toprağının verimi düşmektedir. Anız yaygınlarının dikkatsiz bir şekilde yapılması, çoğunlukla orman yangınlarına da sebebiyet vermekte ve neticede milli servetlerimiz olan ormanlar yok olmaktadır.

Anız yakmanın yanlışlığının kırsal kesimde yaşayan çiftçilerimize anlatılması , halkın bu konuda bilinçlendirilmesi çok önemli olup, son yıllarda ilgili teşkilatlarca bu konuda kanuni yasaklar getirilmiş olmasına karşılık halkımızın konuyu tam anlamıyla vakıf olmaması ve denetimlerin yeterli yapılmayışı ve ilgili mevzuattaki yatırımların yetersiz kalışı gibi sorunlar günümüzde devam etmektedir. 

Tarım alanlarında uygulanacak anız yakma olayı, yaban hayatını da olumsuz etkileyecektir. Bu bakımdan çok dikkatli olunmalıdır. Tarım alanları çeşitli kuş ve memeli hayvan faunasını barındırmaktadır. Çeşitli tipteki kuru otlar, tüm yaban hayvanlarının sevdiği besindir. İlkbahar başlarında yeşillenen bu alanlardan çeşitli hayvanlar yararlanırlar. Buraları  kuşlar için tünek ve yuva alanlarıdır. Ekili alanlarda olup üzerinde çeşitli hububat üretilen sahalar yüksek kalitede gıda kaynağıdırlar. Hasattan sonra kalan artıklar sonbahar ve kışın hayvanlar için önemli bir gıda materyalidir. Bu nedenle, anız yakma işlemi yaban hayatı için olumsuz bir etki yaratmakta olup, terk edilmesi gereken bir uygulamadır.  

                     Anız yangını                                                   Anız yangınında yaban hayatı zarar görür

        

Yangın, canlı ve cansız varlıkların aralarındaki karşılıklı bağlarla oluşturdukları ekosistemi olumsuz şekilde etkiler. Anızlar av hayvanlarının yaşadığı hububat tarlalarının hasattan sonraki hali olarak tarif edilebilir. Ancak av hayvanlarının yaşadığı ortamlar anız tarifiyle sınırlandırılamaz. Av hayvanları ormanlarda, meralarda, sulak alanlarda, tarım alanlarında yaşarlar, çoğalırlar yine benzer karakterdeki alanların bazıları mevsimine göre göç ederler. Bu süreç yıllardır tekrar eder ve gelecekte de tekrar etmeye devam edecektir. 

Yangınların ekosistem üzerindeki etkisi iki grupta incelenir. Bunlardan birincisi Yangının doğrudan doğruya etkisi, Toprak üzerinde yaşayan bitkilerin, tohumların ve yaban hayvanların yanarak ölmesidir. İkinci grup etkiler ise yangının dolaylı etkisi olup biyotik, klimatik ve edafik faktörlerin değiştirilmesidir. 

Yangının iki gruba giren etkisi başlıca şu faktörlere göre değişir. 

         1-Bitki Örtüsü

         2-Toprak Özellikleri 

         3-Yangın mevsimi

         4-Yangınların tekrarlanma derecesi , süresi , şiddeti ve büyüklüğüdür. 

Orman yangınları bir ekosistemin mikro iklim üzerine etkili olurlar. Bu etki şu şekilde gerçekleşir. Yangın bitki örtüsünün altındaki havanın ve toprağın sıcaklığı artar. Bitki örtüsünün yanması toprak üzerinde bir kömürleşme meydana getirir ve toprak siyah bir renk alır. Bu siyah tabaka güneş ışınlarını fazla absorbe eder, toprağı daha fazla ısıtır. Buda yanık sahalarda su dengesinin bozulması, bitki tohumlarının yeniden çimlenip yeşermesine mani olur. Buda ekosistemin yenilenme sürecini uzatır. 

        Bir orman yangını o yöredeki yaban hayvanlarının yaşamını büyük ölçüde etkiler. Yangından özellikle küçük hayvanlar, örneğin tavşan, fare ve kuşlar büyük zarar görürken geyik, karaca, domuz ve ayı gibi hayvanlar daha az etkilenirler. Geyik ve karacanın gereksinimi olan bitkiler birkaç yıl sonra yangın alanına gelirken zeminde, ağaç ve çalılarda yuva yapan hayvanlar için gerekli ortamın tekrar oluşması uzun yıllar alır. 

                          

Yanan sahalarda büyük bir canlı rezerv yok olur. Yaban hayvanlarının çalı, ot, ağaç, ağaççık ve toprak altlarına kazılmış yuvalar, yavruları, yumurtaları ve kendileri yanarak telef olur. Yanan sahaların tekrar eski durumlara dönüşü uzun zaman alır. Yangınla bitki örtüsünün kalkması toprağın gündüzleri çabuk ısınmasına geceleri de çok çabuk soğumasına neden olacağından üzerinde yaşayan her türlü canlının yaşam ortamlarına adaptasyonuna zorlayarak tüm yaban hayatını etkisi altına alır. Bu etki hayvanların üreyip çoğalmalarını,  kendini koruyacak ve beslenebilecek alanların zorlaştırarak gerçekleşir. 

Yangınla bitki örtüsünün kalkması toprak üzerindeki hava hareketlerini hızlandırır. Bunun sonucunda bağıl ne azalır. Yanan yerin su ekonomisi bozulur. Bunun tesisi yine uzun zaman alır. Yangının şiddetine göre toprağın hemen yüzeyinde sıcaklığın 200 C’ ye kadar çıkabileceği araştırmalarla saptanmıştır. Bu sıcaklıkta toprak üzerindeki bütün bitki tohumları, ot, otçuk, bitki grupları ve ölü örtü yanacağı gibi bu yanma toprakta da kimyasal ve fiziksel değişmelere de neden olur. 

                                                      Orman yangını sonrası

Yangın sonucunda mineral toprağın yüzü açılınca sertleşir, gözeneklilik azalır ve strüktür bozulur. Bu da toprağın nem tutma kapasitesinin düşmesine ve yüzeysel akışın artışına, bitki örtüsünden yoksun kalan sahalarda rüzgar etkisinin fazla görülmesi nedeni ile erozyonun artmasına neden olur. 

Sonuç olarak diyebiliriz ki yangın av hayvanlarının içinde barındıkları, üreyip çoğaldıkları yaşam ortamlarını ki bu yaşam ortamları ormanlar, meralar, sulak alanlar, tarım arazileridir, yok eder, biyolojik dengeyi bozar, hayvan ve bitki populasyonlarındaki çeşitliliği azaltıp, yaban hayatı sahalarını daraltır, avlakları tahrip eder, toprakta fiziksel ve kimyasal değişimler meydana getirir, bitki örtüsünü ortadan kaldırarak eğimli arazilerde yüzeysel akışın artmasına, düz arazilerde rüzgar hızının artmasıyla toprağın taşınmasına yani erozyona sebep olur.  

Yaşama ortamlarının yok edilmesi:  

Sulak Sahaların Kurutulması:  Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizdeki sulak alanları tehdit eden sorunların başında, tarım ya da yerleşim amaçlı kurutmalar gelmektedir. 

Ülkemizde 1950’li yıllarda sıtma hastalığını önleme şeklinde başlayan ve su rejimine müdahale ile devam eden kurutma çalışmaları, daha sonraki yıllarda tarım toprağı kazanmak amacıyla devam etmiş ve son elli yılda üç Van gölü büyüklüğündeki sulak alanlarımız;  dünyaca tanınmış Amik Gölü başta olmak üzere Seyfe, Gavur, Emen, Ladik, Avlan, Suğla,  Kestel, Hotamış, Akşehir, Beyşehir, Samsam, Eftene, Simav, Gökçeli, Hamam, Alpaslan gölleri ile Sultan sazlığı,  Aynaz, Karasaz, Regma bataklıkları, Esmekaya sazlıkları kurutulmuştur. 

                    

           Bu alanların içinde en kayda değer olanı yaklaşık 27 000 ha ile Hatay’daki Amik Gölü’dür. 1960-70 yılları arasında gerçekleştirilen kurutma faaliyeti sonrasında Yılanboyun (Anhinga rufa) adlı kuş türü ile Varan adlı sürüngen türünün

ülkemizde nesli tükenmiştir.

    

           Bir kuş cenneti olan Sultan sazlığının kurutulması çalışmalarına 1970’li yıllarda başlanmış ve bölgede bulunan sular drene edilerek sulamada kullanılmak istenmiştir. Bu çalışma sonucu doğal ekosistemler bozulmuş ve bölgede belirlenen 259 kuş türünün önemli bir bölümü orayı terk etmiştir.  Sulak alanın kurutulması sonucu 1990 yılı sonbaharında yaşanan kuraklık nedeniyle kuş türlerinin nüfusunda önemli azalmalar saptanmıştır.

Pek çok sulak alanda da yapılan müdahaleler sonucunda ekolojik denge bozulmuştur. Çarpıcı ve aynı zamanda güncel olan bir örnek vermek gerekirse;  toplam alanı 260 bin hektardan 150 bin hektara kadar düşen ve her geçen gün biraz daha kirlenen Tuz Gölü’ne gelen göçmen kuşların büyük bir kısmı artık gölden kaçıyorlar. Yapılan envantere göre 1989   yılında 57 bin adet sayılan Sakarca  bu yıl 263 adete kadar düşmüştür. Türkiye’de son olarak 2002 yılında Tuz Gölü’nde görülen Tetrax tetrax (Mezgeldek) adlı kuş türüne artık rastlanmıyor. 

                        

           Tuz Gölü’nün değişmez konuklarından olan Flamingolar ise artık Gediz Deltasını tercih ediyor. Türkiye’nin tuz gereksinmesinin %50’den fazlasını karşılayan Tuz Gölü’nün, kuraklık ve kirlilik nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu uzmanlarca bildirilmektedir.    

Ancak, bu güne kadar kurutulan 300.000 Ha. civarındaki sulak alanlardan elde edilen arazilerin bir kısmında istenilen verim elde edilememiş, tuzlanma, turbiyerlerin yanması, rüzgar erozyonu gibi sebeplerle toprak verimsizleşmiştir. Ayrıca, yörenin su rejiminde meydana gelen bozulmalar ve iklimsel değişimlerin yanı sıra, birçok canlı türünün neslinin tehlikeye düşmesi veya tamamen yok olması gibi telafisi mümkün olmayan sorunlar ortaya çıkmıştır. 

          Sulak alanların korunmasındaki en önemli problem, sulak alanların kurutulmasını öngören ve destekleyen yasaların varlığını sürdürmesine rağmen, sulak alanların korunmasına ve geliştirilmesine yönelik yasal düzenlemelerin yetersizliğidir. Bu nedenle 11.01.1993 tarihinde sulak alanların korunması konusunda Başbakanlık Genelgesi yayınlanmış ve sulak alanların korunması ve gözetilmesinde gerekli uygulama, denetleme ve izlemenin yapılması için tüm kurum ve kuruluşlara talimatlar verilmiştir. 

          Türkiye’de sulak alan korumacılığına etkinlik kazandırmak ve uluslararası işbirliğini geliştirmek amacıyla, doğa korumacılarının yıllarca özlemle beklediği Ramsar Sözleşmesini 1994 yılında Türkiye’nin taraf olması sağlanmıştır. 

          Ramsar Listesine dahil edilen önemli sulak alanlarımız:
Manyas Gölü (*)Seyfe Gölü (–)Göksu DeltasıBurdur GölüUluabat Gölü (*)Sultan Sazlığı (–)Kızılırmak DeltasıGediz Deltası İzmir Kuş CennetiSeyhan ve Ceyhan DeltalarıAkyatan LagünüMeriç DeltasıEber Gölü (*)  Ereğli SazlığıTuz Gölü (*)B.Menderes DeltasıIşıklı GölüBeyşehir Gölü (–)Eğridir GölüAkşehir Gölü  (–)

            Yukarıda ismi geçen önemli sulak alanlarımızdan bazılarının kurutulmuş  (–), bazılarının ise tehdit altında  (*) olması affedilecek bir durum değildir.

            Avlakların Tahribi: 

            Yaban hayatının önemli bir unsuru olan avlaklar; av hayvanlarının doğal olarak bulundukları veya yapay olarak yetiştirildikleri, yaşayıp barındıkları, beslendikleri ve üredikleri yerlerdir. 

Avlaklar, insanoğlu tarafından şiddeti hızla artan bir şekilde tahrip edilmekte, bu da yaban hayatının dolayısıyla av hayvanlarının günden güne azalmalarına ve neticede yok olmalarına yol açmaktadır. Avlakların tahribi aşağıdaki durumlarda söz konusu olmaktadır. 

1-Orman alanlarında yapılan ağaç kesimleri, kaçak kesimler, tarla açma, monokültür (tek türle) ağaçlandırma faaliyetleri, gençleştirme çalışmaları olarak, 

2-Tarım alanlarında anız yakma, suni gübre ve zirai ilaç kullanımı biçiminde,  

3-Sulak sahalarda ise, tarım ve yerleşim amaçlı kurutmalar, sanayi, tarım ve yerleşim alanlarından kaynaklanan kirlenmeler, içme-kullanma-sulama suyu temini amacıyla aşırı su alınması, sulak alanı besleyen suların barajlarda tutulması veya yönlerinin değiştirilmesi turizm ve ikinci konut amaçlı yapılaşmalar, göllere yabancı balık türlerinin aşılaması, sazlıkların yakılması, tahribi, kontrolsüz saz kesiminin yanı sıra su kuşlarının yanlış ve aşırı avlanılması şeklinde kendini göstermektedir. 

           4-Genel olarak uzun süreli ve ağır otlatmanın her türlü otlak alanında yaban hayatı popuplasyonlarını ve çeşitliliği azalttığı söylenebilir. Bu durum özellikle otlak alanlarında taşıma kapasitesi üzerinde hayvan otlatılması halinde açık olarak gözlenebilir. Aşırı otlatma otlak alanlarında vejetasyon türlerinde değişikliğe neden olur. Hayvanların besin olarak tercih etmediği türler ve diken ile çalılar alanı istila etmektedir.

         5-Çevre etki değerlendirme raporlarına dayandırılmayan yoğun ve bölgesel sanayileşme, belli bölgedeki canlı varlıkların ortadan kalkmasına yol açmaktadır.

         6-Yaban hayvanı yaşam alanlarının yol yapımı için yoğun bir şekilde kullanılması ve yüksek enerji hattı geçirilmesi habitat parçalanmasına yol açarak, özellikle memeli hayvanların doğal ringlerinin bozulmasına ve ihtiyaç duydukları sessizlik zonunun ortadan kalkmasına neden olmaktadır.

Suni gübre ve zirai mücadele ilaçları: 

Tarım alanları üzerinde mevcut avlaklar ve av-yaban hayatını oluşturan memeli ve kuşların yaşama ortamını (habitat)  tehdit eden unsurlar içersinde tarımsal faaliyetlerde kullanılan suni gübre ve zirai mücadele ilaçları önemli bir yer tutar. 

Günümüzde çiftçilerimiz tarafından son yıllarda artan bir hızla kullanımı yaygınlaşan ve tarım toprağı içersinde bulunmayan veya az miktarda bulunan mineral maddelerin takviyesi amacıyla kullanılan suni gübreler; herhangi bir araştırma ve incelemeye başvurmaksızın geleneksel tarzda ve çoğu yerde aşırıya kaçan miktarlarda toprağa atılmakta, bu da toprağın yapısını bozmakta ve verimini belirli bir zaman sonra düşürmektedir. 

Suni gübreler, yağmur veya sulama suları ile eriyerek toprağa karışmakta ve tarım alanları üzerinde yaşamlarını sürdüren başta kuşlar olmak üzere bazı memeli hayvanların, gerek toprak üzerinde katı durumda ve henüz erimemiş halde veya karışmış durumda bulunan suni gübrelerle etkileşimi neticesi hayatları tehlike altına girmekte ya da yok olmaktadır. Yine son yıllarda, tarımsal etkinlikler esnasında ortaya çıkan yabani ot zararlıları, mantar, böcek ve çevre zararlılarına karşı geniş kullanım alanı bulabilen zirai mücadele ilaçları; tarım alanları; tarım alanları üzerinde av yaban hayatının en önemli unsurları olan kuşlarla birlikte memeli hayvanlar için son derece önemli bir tehdit oluşturmaktadır. 

Gerek insan sağlığını tehdit eden ve vektörlerle taşınan hastalıklara karşı kullanılan ilaçlarla, bitki zararlılarına karşı kullanılan ilaçların (her iki amaçla kullanılan ilaçların tümüne pastisit denilmektedir.) faydaları yanında insan ve çevre sağlığına zarar verdiği de bir gerçektir. Bu pastitlerin büyük kısmı direkt uygulandığı sahadan başka yerlere gitmekte veya taşınmaktadır.            

Sonuç olarak; zirai mücadele ilaçları genelde insan ve çevre sağlığı için zararlıdır. Fakat kullanılması da zorunludur. Bu ilaçların balık ve kuşlara ve diğer hayvanlara zararı suda, toprakta ve av hayvanlarının gezindiği yerler ile barınaklarında uzun süre bozulmadan kalması ile ilgilidir. Klorlandırılmış hidrokarbonlar grubuna bağlı DDT,  BHC, Toxaphen, Aldrin, Endrin, Lindane gibi pestisidler gerek suda, gerekse toprakta uzun süre bozulmamaktadır. Diğer ülkelerde ve ülkemizde av hayvanlarının geçmiş yıllarda zehirlenmeleri bu bileşiklerden olmuştur.

Bugün çoğunlukla organik fosforlu bileşikler tarım ilacı olarak kullanılmaktadır. Bunların suda ve toprakta kalıcılığı azdır, kısa zamanda bozulmaktadırlar. 

Pestisitlerin kuşlara zararı direkt ölüm dışında özellikle davranışlarını, yumurta ve yumurtadan civciv çıkışını da etkilemektedir. 

Genellikle pestisitlerin sebebi ile balık ve kuş neslinde azalma uzun bir sürede görüldüğünden, bu süreyi beklemeksizin şimdiden bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir. 

Çözünmesi uzun zamana gereksinim gösteren dayanıklı pesitisitler ( dieldrin, chordane, heptaclor vb.) dayanıklı olmayan yani kısa zamanda çözünen pestisitlere   (parathion, malathion, azodrin, sevin, baygon vb.) göre farklı etkide bulunurlar.  Dayanıklı pesitisitler toprak veya suda çok uzun zaman kalırlar. Sonunda bunlar bir yolla besin zincirine girer ve hayvanlara da ulaşırlar. Bu maddeler hayvanın yaşamı boyunca dokularında özellikle yağlar ve karaciğerde depolanır. Depolanan miktar belli bir konsantrasyonun üzerine çıktığı zaman örneğin kuşlar bundan etkilenmeye başlar. Bu etkilerden birisi yumurta kabuğunun incelmesi şeklinde ortaya çıkar ve üremede problem yaratır.

              Tarım alanlarında pestisit ilaçlaması yaban hayatını olumsuz etkiler

Süratli çözünen dayanıksız pestisitler ise böyle sorunlar yaratmazken yeni bir sorun ortaya koyar. Bunlar birikimli etki yapmazken akut zehirlenmelere neden olurlar. Bu pestisitlerden bazıları kuşlara hemen etki ederek kitle halinde ölümlere neden olmaktadırlar.

Yukarıda sözü edilen nedenlerden dolayı zararlılara karşı biyolojik savaş uygulamaları giderek önem kazanmaktadır. Biyolojik savaşta önemli role sahip predatör (yırtıcı) ve parazitlerin (asalak) korunması ve populasyonlarının arttırılması doğaya en uygun çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır.

2- KANUNSUZ VE USULSÜZ AVCILIKLA MÜCADELE:

Yurdumuzda avcılığın tam anlamıyla kurallara uygun olarak yapıldığını söylemek abartılı olur. Av ve yaban hayatı yönünden oldukça zengin, fauna çeşitliliği açısından üst seviyede olan yurdumuzda yıllar boyu süregelen bilinçsiz ve yanlış avcılık neticesi, av hayvanları süratle azalmış bazı türler yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış, bazıları yok olmuş ve neticede yaban hayatı tüm yönleriyle bir çıkmazın içersine düşmüştür. 

Bunun nedenleri arasında; av ve yaban hayatının denetim ve kontrolle görevli teşkilatların alt yapı ve personel açısından günümüzde oldukça geri düzeyde bulunması, bunun yanında halkımızın gerek sosyal gerek ekonomik açıdan karşılaştığı sorunlar nedeniyle yeterli çevre kültürü seviyesine ulaşamaması ve bu konudaki eğitim eksikliğidir. Doğal ekolojik dengenin gerek devlet ve gerekse şahıslar tarafından gitgide artan bir hızla bozulması neticesinde av ve yaban hayatını oluşturan unsurlar yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. .

Yaban hayatı yönetiminin yeterli miktarda teknik ve idari personele sahip bulunmayışı, arazi faaliyetlerine yönelik araç ve gereç sayısının yetersizliği av ve yaban hayatı ile ilgili denetim ve kontrolleri verimsiz kılmaktadır. 

                                       Milli Parklar Yönetiminin av kontrolleri

Yaban hayatı yönetimi ile gerek ilgili resmi kuruluşlar, gerekse avcı kuruluşları arasıda yeterli koordinasyonun sağlanamaması, Fahri Av Müfettişlerinin görevlerini yerine getirirken karşılaştığı güçlükler ve bunlardan bazılarının görevlerini kötüye kullanmaları, kanunsuz ve usulsüz avcılıkla olan mücadeleyi olumsuz kılmaktadır. 

Sonuç olarak; kanunsuz ve usulsüz avcılık toplumun bazı kesimlerince yapılan ve hiçbir zaman sıfır noktasına indirilemeyecek bir olgudur. Bu gerçek ışığında mücadele hususunda konu ile ilgili olarak birinci derecede yapılması gereken; toplumun tüm katmanlarının çevre bilinciyle donatılması ve dolayısıyla halkımıza okul çağlarında eğitim verilmek suretiyle bilinçlendirilmesi, kırsal kesimdeki vatandaşlarımıza yönelik olarak belirli zamanlarda eğitim toplantılarıyla bilgi verilmesi, av ve yaban hayatı konusunda kendisine yetki verilmiş olan tüm teşkilatlar arasında koordinasyonun sağlanması, ilgili mevzuatın 

günümüze uyarlanacak şekilde değiştirilmesi, ciddi bir avcı eğitimi yapılması, her köyün mülki hudutları dahindeki tüm sahalarda ilgili köy tüzel kişiliği ile işbirliğine gidilmesi gerekmektedir. 

           Binlerce yıldır süregelen ve gelecekte de yaşanacağı belli olan avcılık etkinliğinin toplum ve doğa yararına bir çerçeveye oturtmak, dünyadaki küreselleşmeye paralel olarak, giderek yer küre ölçeğinde insan-doğa yararına bir çerçeveye kavuşturmak, çevre ve orman yönetiminin kamusal sorumluluğudur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir