KUDÜSTE BAŞIMIZA GELENLER
İsrail’e, KUDÜS GEZİSİ vesilesiyle son 15 yıl içinde 7 defa gitme fırsatım oldu. Bu gidişlerimizde genellikle ERCAN TURLA gerçekleşmişti.
İsrail’e gittiğinizde ise bu ülkenin havaalanlarında pasaport işlemleri sırasında pek çok engelle karşılaşmaya da hazır olmalısınız.
Genellikle pasaport işlemleri sırasında İsrail güvenlik kuvvetleri, gezi kafilesinden iki – üç kişiyi sorgulamak üzere bir odaya götürürler. Giden bu kişiler odada yarım saat veya bir saat kadar bekletildikten sonra da serbest bırakılırlar. Sorgusu biten bu şahıslarda başlarlar heyetteki arkadaşları ile konuşmaya ‘’ Yahu bizi alıp götürdüler bir odaya epey de beklettiler orda, bir şeyde sormadılar ve serbest bıraktılar, ne biçim iş anlayamadım’’ vs.
Oysa, Aslında bu kişilerin kimlik bilgileri ve görüntüleri çoktan bir yerlere yollandı ve sorgulamaları da böylelikle yapılmış oldu.
Görünüşlerinden ve isimlerinden kuşkulandıkları bu kişilerin bazıları ise, engellenir ve bir daha da İsrail’e sokulmazlardı. Sorguladıkları kişiler ise genelde sakallılar ve ismi Cihat, Mücahit, Ali Ekber gibi kişilerin olduklarına da hep şahit olurduk.
Sınırdan içeriye, yani İsrail’e girdiğimizde de TURLAR genellikle sizi ilk önce HAYFA şehrine götürürler.
Hayfa, tipik bir Osmanlı Kasabası. Sokakları, binaları, saat kulesi ve havası ile hala bu özelliğini korumaya devam ediyor.
Ve nihayet KUDÜS.
Kudüs üç büyük din mensuplarınca kutsal sayılan tarihi bir şehirdir. Müslümanların, Yahudilerin ve Hıristiyanların. Nüfusu ise bir milyon civarındadır. Üç bin yıllık bir şehir olup gerçekten her yeri tarih kokmaktadır.
Eski yapılar ve dar sokaklarındaki taşlar, üzerinde yürüne yürüne aşınmışlar. Sanırım biraz tarih bilgisi olan kişilerde, burada birçok Peygamberin ayak izlerini de görmekte ve ruhlarını hissetmektedirler.
Müslümanım diyenlerinde, HAC ve UMRE ‘den sonra ilk gideceği yerin KUDÜS olması ve oralarında yalnız bırakılmaması hususuna canı gönülden inanırım. Daha sonra TAŞKENT, BUHARA, SEMERKAND ile BOSNA-HERSEK’TE gidilecek yerlerin başında gelir diye düşünürüm.
KUDÜS ziyaretlerinin birinde, Hz. DAVUT’un mezarını ziyaret etmiştik. Ziyaret görevini yapıp dışarıya çıktığımızda baktık ki, her yaş grubunun içinde bulunduğu bir ekip, enstrüman’lar eşliğinde ilahiler okuyorlardı. İbranice söyledikleri müzik parçasının bitmesini bekledik. Biter – bitmezde ben de bir ilahi söylemeye başladım. Aslında esas niyetim onların tepkilerini görmek ve ölçmekti.
Yunus Emre’nin ‘’BEN GİDERİM YANE YANE‘’ adlı ilahisini okuduğumda bizi de sessizce dinlediler ve hiç de olumsuz bir tepkileri olmadı.
Yanımda, İbrahim YENİCE arkadaşımızın olduğu bir ortam da, söylediğim ilahi biter bitmez bize karşı ‘’ OOO TURKİYA TURKİYA’’ diye bağırmaya başladılar ve çokta anlayışla karşıladılar. Tabi bugünlerde olsaydı, ne TÜRKİYE diye bağırırlardı ne de anlayışla karşılarlardı.
Bu arada bizde kendimizi tanıttık ve İstanbul’dan geldiğimizi söyledikten sonra, Bu saçları rule rule salınan ve yüzünü örten bu fötr şapkalı İsrailli Yahudi müzik grubu bize, İstanbul’la ilgili bir şarkıyı söylemeye başladılar. Anlaşılan Türkiye – İstanbul’dan gelenlerinde, içinde bulunduğu bir ekipti bunlar.
Oysa ben onların bize tepki vereceğini ve bu arada gergin anların yaşanacağını düşünmüştüm. Çok akıllı hareket ettiler. Tabi bu arada gündüz bize böyle davranan bu Yahudilerin, gece toplantılarında Türklerin Kudüs’e gelmelerini nasıl engelleye biliriz diye plan yaptıklarına da canı gönülden inanıyorum.
Kudüs’te ne başka yabancı ülke insanları ne de diğer Müslüman ülke insanları pek gözükmüyordu. Ama her yerde, Türkiye’den gelen kişi veya ekipleri de görmeniz mümkün oluyordu.
Neyse bizde bu arada, gezi ekibimizle birlikte Yunus EMRE’Yİ de anmış olduk ve Kudüs’ün bağrında da ilahimizi söyledik.
- Öğlen vakti geldiğinde de gezi grubumuzla beraber ibadetlerimizi yaparak, yemek yiyeceğimiz temiz bir lokanta aramaya başladık.
- Araplara ait lokantalara, hijyenik bulmadığımız için girmedik. Ermeni lokantaları da temiz değildi. Dolayısı ile bu lokantalara da girmedik. Yahudi lokantalarının yoğun bulunduğu bir sokağa girdik ve kafilemizde ki arkadaşlarla birlikte, burada ki bir lokantayı tercih ettik ve yemeğimizi yedik.
Tarih süreçleri içinde yaptıklarından dolayı, Yahudilere olumsuz bakan bizler, onların lokantasında ayran eşliğinde pide ve lahmacun yemek durumunda kaldık.
- Niye?
- Çünkü Yahudilere ait ticarethanelerin ve lokantaların bulunduğu sokak tertemizdi.
- Lokantaların dışı da, içi de hatta bahçesi bile gayet temiz ve bakımlı idi.
- Lokanta çalışanları ise, bembeyaz önlük kep ve eldivenlerini giymiş işini yapıyorlardı.
- Beden dili olarak, ne soğuk duruyorlar ne de lakayıt görünüyorlardı.
- Herkes görevini biliyor ve bir ciddiyet içinde ekip olarak çalışıyorlardı.
- Dükkan önünde düzenli masalar oluşturmuşlar, sanki ayakta yemeği bir şekilde engelliyorlardı.
- Fiyatlarda uçuk değil, gayet normaldi, çevre piyasasına göre.
- İşte bu manzara, beni ve benim gibi diğer arkadaşlarında çok dikkatini çekmişti.
- Bu tertip, düzen ve temizliğe, oysa Müslümanların dikkat etmesi ve hassasiyet göstermesi gerekmezmiydi. Niye başkalarında bunu görüyoruz diye de arkadaşlarla birlikte söylenmiştik.
- Oysa bizim İslam dinimiz, temizlik konusunda insanlık alemine hep ikazlarda bulunmuyormuydu? Temizlikle imanı kucaklaştırmıyormuydu? Yani bizim dinimiz insanlara ve tüm canlılara iyi davranmayı öğütlemiyor muydu? Adaletli olmayı ve terazi-tartı işleri konusunda uyarılarda bulunmuyor muydu? Bulunuyordu ve bu alanda devamlı tebliğ yapıyordu.
Kısaca; Müslümanların yapması gerekenleri neden Yahudiler yapıyor? Neden bazı Hıristiyan ülkelerinde (Japonya ve Kore gibi) Müslümanlarda olması gerekenleri, onlarda görüyorduk
Neden?
- ‘’Ey Yahova’nın çocukları, ‘’bütün insanlar hayvan, siz onların çobanı olmalısınız’’ diyen ve tahrif edilmiş ırkçı ve kinci bir inancın temsilcileri olan Yahudilere, bu alanlar niye bırakılıyordu?
Direkt veya dolaylı olarak uçaklar, arabalar, ilaçlar, temizlik malzemeleri birçok yeme içme gıda sektörü, giyim-kuşam sektörü ezici bir şekilde onların kontrolünde olmaya günümüzde de devam ediyor.
Onların ürettikleriyle maalesef ( araba olsun, kılık kıyafet olsun) birbirine ve çevresine hava atan milyonlarca kendini Müslüman sanan hastalıklı insanlara da rastlıyoruz. Aynı zamanda Moda denilen tuzağın kurbanları olarak da…
- Bugünlerde de islami hassasiyeti olanlar, kafaya Coco-Cola’yı taktılar.
Doğru…
- Peki, 1 milyar 700 milyon Müslümanın içindeki kimyager, gıda mühendisi veya bir başkaları, kola’nın yerine bir içecek icat ettiler mi? Bulabildiler mi? HAYIR.
- İcat edemediler ve bulamadılar.
- Oysa, Yaptığınız bir şey insanlar tarafından kabul görecek ve faydalı olacak. İsmi Türk kola olunca iyi içecek iyi meşrubat olmuyor. Dünya insanları da bunu takdir edecek ve kabul edecek; Çünkü, insanlar kalite arar.
- Kısaca; Şu gerçeği kabul edelim. Eğer siz, herhangi bir şeyin en iyisini ve en güzelini yapar ve üretirseniz, birileri inançlarınıza uzak bile olsalar, size saygı duyarlar ve o ölçüde güçlü olursunuz, insan olarak, millet olarak ve devlet olarak. Kudüs’te ki lokanta örneği gibi…
İşte, o zaman da veren el siz olursunuz. Hani diyorduk ya ‘’Veren el alan elden üstündür’’.
Veren el tarih boyunca aynı zamanda emir de vermiştir, bu da böyle biline…
Arge –Teknolojiyi, Medyayı, parayı ve en güçlü istihbaratı ellerinde bulunduranların, Dünya’ya kafa tuttuklarına bugünde bal gibi şahit oluyoruz.
İnşallah, Müslümanlarda bugünden sonra, gözle görülür elle tutulur bu gerçeklerden ders çıkarırlar ve Kuranı okuduktan sonra anlamaya ve onu bugünkü yaşadığımız Dünya ile buluşturmaya çalışırla.,Bir zamanlar TAŞKENT, HORAHSAN ve BUHARA gibi diyarlarda yaşadığımız o parlak günleri tekrar yaşama-görme fırsatı buluruz. Yeni el burini’lere, Uluğ beylere, Ahmet Yesevi’lere ve bu gibi nice değerlere sahip oluruz. Sonuçta, 21 yaşın da 6 dil bilen, Dünya’nın en büyük silahın mekanik hesaplarını yapan ve Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti İstanbul’u alan, Fetheden Mehmetlere de sahip oluruz.
Anılarımdan…