Bu yazıda günlük dilde sıkça kullandığımız bazı kelimelerin bildiğimizin dışındaki anlamlarından söz edeceğim. Herkesin anladığının dışındaki anlamlarından. Kandıralı olanların, hattâ onların da yaşı kemale ermişlerinin bildiği anlamlardan. Bildiği ama artık anlaşılmayacağını ya da ayıplanacağını düşündüğü için kullanmadığı kelimelerden. Bildik kelimelerimizin gocanalarımızın, gocabalarımızın dilindeki farklı kullanımlarından:
Bunlardan biri “alâmet”. Hepimiz belirti olarak biliriz anlamını. Oysa büyüklerimiz onu aşırı büyük şeyleri anlatmak için sıfat olarak kullanıyordu. Rahmetli bir büyüğümüz köy güreşlerine giderken hep gördüğü bir ağacı “Çal beleninden birinci viraja aşağı gürgen vardı orda, alâmet bir gürgen” diye tasvir etmişti bana.
“Bakır” bir elementtir günlük dilde. Bir madendir. Bizim köylerimizde ise su kovası demektir. Eski dönemlerde pınardan su doldurulup getirilen büyük kaplara kova ya da su kovası değil, “bakır” denirdi. Halâ da öyledir. Çocuklar susayan büyüklerine su bakırına daldırdıkları maşrapa ile su getirirler. Kova sözü yabancıdır bizim insanımıza. Söyleyemezler bile. Zorlarsanız guva deyip geçerler…
Günlük hayatta acımasız, vahşî insanları anlatmada sıfat olarak kullanılan “canavar” sözü, bizim köylerimizde ad olarak da kullanılır. Kurt anlamında. Bu anlam Türkçe Sözlük’te bulunsa da ilk anda bu çağrışımı yapmıyor. Zaten dördüncü anlam olarak verilmiş. Bir başka rahmetli büyüğümüz, gençliğinde köyünden şehirdeki hayvan pazarına gidişini anlatırken “Gece Tekkeköyü’nde kaldık. Misafir kaldık orada. Gece benim rüyamda dediler ki, senin dediler, sığırı dediler, canavar yedi bu gece dediler” ifadesini kullanmıştı. Bildiğim kadarıyla Moldova’da yaşayan Gagauz kardeşlerimiz de “canavar” sözünü bizim köylerimizdeki gibi “kurt” anlamda kullanıyor.
“Çit” sözü, üstü açık bir yerin etrafını çevirmede kullanılan malzeme çağrışımı yapar günlük dilimizde. Kandıra köylerinde ise küfe demektir. Esnek ağaçtan yontularak elde edilen malzeme örülerek yapılan, evde kullanılıyorsa içine ekmek konduğu için “ekmek çiti” de denen, dışarıda ise her tür malzemenin taşındığı, sırta alınarak bir yerden bir yere götürülen alete küfe demez bizim köylülerimiz. O sözü de pek bilmezler, bilseler de kullanmazlar zaten. Aynen kova sözü gibi…
Bugünün Türkçesinde alt iç giyim anlamında kullanılan “don” sözünü büyüklerimiz şalvarımsı bir çeşit pantolon için kullanırdı eskiden. Erkeklerin de kadınların da giydiği genellikle siyah olduğu içi “kara don” da denen bir dış giyimdi eski hayatımızda. İç giyim çağrışımı yapmazdı. Lastiği bile olmazdı. Bel kısmından kalın bir uçkurla bağlanırdı. Uçkuru gevşediği için beli biraz düşen kara donlarını yukarıya doğru çekiştirerek köyün içinde yürüyen gocabalarımız (büyükbabalarımız) canlandı gözümün önünde. Nur içinde yatsınlar.
Nizam, intizam anlamındaki “düzen” sözü, önceki yazılarımdan köy evleriyle ilgili birinde de belirttiğim gibi bez veya kilim dokunan tezgâh demekti bizim köylerimizde. Genellikle evin “hayat” denen ana oturma yerinde yani salonunda bulunan; annelerimizin ayakçak şakırtıları ve kirkit taklamaları arasında bir iş makinası kullanıcısı edasıyla, dikkat ve ciddiyetle kullandıkları devâsâ düzenek…
Bizim köylerimizde “garaada” şeklinde söylenen “kararda” sözü, oralardaki herhalde çağrışımını yapmaz şehirliler arasında. Onların kelime dağarcığında bu anlamda böyle bir kelime yoktur. Oysa köylerimizde “heralda” şeklinde söylenen herhalde sözününün yanında aynı anlamda, bazen de belli ki çağrışımı yapan bir de böyle bir kelime vardı. Bir köyümüzde şimdi hayatta olmayan br büyüğüm evlenme hikâyesini anlatırken şöyle bir ifade kullanmıştı: “Sen usul yol buradan kalk git köyüne dedi. Onlar dönecek garaada dedi.”
Eskiden hademe veya müstahdem kelimeleriyle ifade eden “hizmetli” sözü, günlük dilimizde kamuda getir-götür işlerini yapan kişileri ifade eden bir görev unvanı. Aynı kelime bizim köylerimizde “hızmatlı” biçiminde kullanılır. Ancak farklı bir anlamda. Çalışkan demektir. Hattâ çok çalışkan. Aynı büyüğüm aynı kız görme, isteme hikâyesinde gittiği köyde kendisinden bahsedilirken “Çocuk da çok zorlu çocuk diyor. Hızmatlı bir çocuk diyor” şeklinde övüldüğünü anlatmıştı. Aynı ifadede geçen “zorlu” sözü de gönlük dilde güç, zor olan çağrışımı yapar bizde oysa Kandıra köylüleri onu çok güzel, çok iyi anlamında kullanır sık sık…
“Kel” sözü pek de hoş karşılanmayan argoya kaçan bir sözdür günlük hayatımızda. Saçı olmayan insanlar için kullanılır. Sevilmeyen bir sıfattır “kel”. Kimse bu sıfatla anılmak istemez ama böyle kullanılır. Önceki yazılarımdan birinde de bahsettiğim gibi lâkap olarak da çokça kullanılır. Bu sözün bizim köylerimizdeki yaygın bir anlamı ise “hindi”dir. Erkeğine “güber” denir. Kandıra’nın meşhur hindisine Kandıra köylüleri hindi değil, “kel” der. Onlar ve çocukları hindi değil, kel güder. Yılbaşında sattıklarında alan kişilerden bahşiş ya da bakım, çobanlık parası olarak “helva parası” ister çocukları…
“Zıbın” denince yeni doğan bebek elbisesini anlıyoruz bugün. Oysa Kandıra’nın köylerinde bizim büyüklerimizin giydiği bir dış giyim elbisesi idi zıbın. Farsça “zîbîn”den geliyor. Köylerimizde ev dışındaki işlerde giyilen, kaba bezden yapılan, genellikle beyaz bir tür ceket. Kadınlar da erkekler de giyerdi “zıbın”ı.
Ortalık sözü günlük dilde pek kullanılmıyor artık. “Ortam” daha yaygın. Ancak anlaşılır bir kelme “ortalık”. Bu kelime bizim köylerimizde vasat, zemin, vaziyet ve tabiat anlamında çok sık kullanılırdı. Bazen gökyüzünü kara bulutlar kapladığında “Ortalık karardı” derdi büyüklerimiz. Bir de toplum içindeki sıkıntılı durumları anlatmak için kullanılırdı su ifade. Olumsuz bir anlam yüklüydü. Babaannem rahmetli çocukluğunda yaşadığı düşman işgalini bana “İngilizle beraber Yonan da geldi. Yonan geldi, ortalık bozuldu dediler” şeklinde anlatmıştı.
Bugün 23 Nisan. Bizim için çok özel bir gün. Türkiye Büyük Millet Meclisininin kuruluş yıldönümü. Bozulan ortalığı düzelten Atatürk’ü de onu “Mıstava Kemâl” diyerek sevgiyle döktüğü gözyaşları eşliğinde bana anlatan babaannemi de rahmet ve minnetle anıyorum.