CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA KANDIRA-İsmail SARICA

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA KANDIRA

İsmail SARICA

(Prof. Dr. Tayfur Özşen’in anısına saygılarımla)

Yüzyıllarca süren savaşlarda erkek nüfusundan pek çok şehitler vermiş, Yunan zulmünü yaşamış olmanın kahredici acılarını zafer ve Cumhuriyet sevinci ile geride bırakmış, İstanbul’un üreticisi konumundaki köyleriyle, kasabasıyla Mustafa Kemal Paşa’nın yolunda yeniden canlanmış, yurtsever halkı hayınlıklara karşı durmuş, güzel bir yurt köşesidir, Kandıra.

Adı bir haberleşme ağının merkezi (Center) olmaktan gelir (Kentir Kentri, Kandre, Kandra, Kandıra).

Bundan 2400 yıl önce Sokrates’in öğrencilerinden tarihçi komutan Ksenofon (Xenophon) “Anabasis”, diğer adıyla “Onbinlerin Dönüşü” kitabında Kerpe’yi (Kalpe) anlatırken çevre köylerden söz etmekte ancak Kandıra daha ortaya çıkmamış. Ksenofon Kerpelilerin Trak olduğunu, çevredeki köylerin de Trak olduğunu, Greklere (Yunanlılar diyelim) kötü davrandıklarını, düşman gördüklerini, savaştıklarını, günümüz Kandıra yöresinde 500’den çok askerinin öldürüldüğünü yazıyor. Kısaca yöremiz kadim halkını o yıllarda Traklar oluşturuyor.

İlkokulda Kocaeli’nin ilçelerini sayardık: Adapazarı, Akyazı, Gebze, Geyve, Gölcük, Hendek, Kandıra, Karamürsel, Karasu…Kocaeli Sakarya’ya ve Yalova’ya ilçeler verdi. Kandıra’nın bucak merkezlerinden biri olan Kaynarca (Şeyhler-Hocaköy) çevre köyleriyle birlikte Sakarya’nın ilçesi oldu. Ağva çevre köyleriyle birlikte İstanbul’a bağlandı. Bazı köyler merkez ilçe İzmit’e bağlandı. Diyeceğim; günümüzde yüzölçümü bakımından Kocaeli’nin en büyük ilçesi olan Kandıra, Cumhuriyetin ilk yıllarında, giderek 1950’lere kadar çok daha büyük bir ilçeydi. Yazacaklarım bu kapsamda da düşünülmelidir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, “Erken Cumhuriyet Döneminde” Kandıra’nın ekonomik ve toplumsal yaşamına göz atmaya çalışalım: Arkadaşlarımla yaptığım görüşmelere dayanarak oluşan “Bir Zamanlar Kandıra” kitabımızdaki anlatımlar, Cumhuriyetin ilk yıllarını da yansıtır demek yanlış olmaz. Özellikle kitabın birinci bölümünde Ahsen Akalın’la yaptığımız konuşmalar Cumhuriyetin ilk yıllarından izler taşır.

xxx

Kandıra Çarşısı 3 caddeden oluşmuştu. Cadde dedikse öyle geniş değiller. Şimdi neyse o zaman da öyleydi. Caddelerin en havalısı Türkocağı caddesidir. Burada daha çok manifaturacılar, terziler, kunduracılar vardır. Adliye, nüfus, hükümet tabipliği bu caddedeydi. Ayrıca iki han da bu cadde üzerinde yer almıştı.

Orta çarşıda bakkallar, birkaçında bataryalı radyo olan kahveler, lokantalar, içki satış yeri, berberler, kasaplar bulunurdu.

Üçüncü çarşıda, diğer deyişle arka çarşıda zahireciler, demirciler, kalaycılar, semerciler, nalbantlar bulunurdu. Şimdiki yeni binaya taşınmadan önceki Belediye Başkanlığı binasının karşısında, eski belediye binasının ve Halkevinin önünden geçen İstiklal Caddesi törenlerin, geçitlerin yapıldığı caddeydi. “İstiklal”, “Türkocağı” adları Cumhuriyetin ilk yıllarında verilmişti bu caddelere.

Kunduracılık yani ayakkabıcılık, terzilik, lokantacılık, kahvecilik; usta, kalfa, çırak olarak insanlar için çarşıdaki başlıca ekmek kapılarıydı. Hayvancılıkta, kaşarhanelerde, değirmenlerde çalışanlar da az değildi. Kandıra ekonomisinde hayvancılık önem taşıyordu. Kandıra merkez içinde de hayvancılık önemliydi. Yiğit Sezercan dostum 1935 yılı istatistiklerinde Kandıra’da koyun varlığının 200 bin baş olduğunu söyler. Hiç kuşkusuz keçi sayısı da buna yakın olabilir. Büyükbaş olarak sığır, inek, manda da koşu, süt ve et hayvancılığı bakımından az değildi. Elde rakam olmasa da, seksenini geride bırakmış bir Kandıra köylüsü ve 65 yıllık Kandıralı olarak, geçmiş yılları düşünerek bunları söyleyebiliyorum.

Sadece koyun sürüsü olanlar da vardı, sadece keçi sürüsü olanlar da. Koyun sürüsünde birkaç keçi de olabilirdi. Sürü sahiplerine “kâhya” denirdi. Çerçili köyünde büyük Dedem İsmail Sarıca’nın, ben son yıllarını anımsarım, sürüsü karışıkmış. Oğlu Hasan amcamın (Hasan Kâhya) keçi sürüsü vardı. Sürü sahibi toprak varlığı bakımından da varsıl ise “Ağa” dendiğini biliyoruz. Kayınbabam Hamdi Sarı’nın babasına Ethem Ağa denirmiş. Koyun keçi sürüleri için ön yanı açık ağıllar vardı bunlara Genceli yöresinde “Dayama” Ağaçlı yöresinde ise “Sayvan” denirdi.

Bir zamanlar Kandıra’da 7 kaşarhanenin yerlerini bilirdik. Kaşar peyniri bir Bulgar ustadan Akçaova’da öğrenilmiştir. Akçaova yöresi köyleri kaşar ustalığında tüm Türkiye’de ünlüdür. Yeri gelmişken anlatayım; Planlama’da (Devlet Planlama Teşkilatı) görevdeyken Muş’ta bir çalışma sırasında Alpaslan Devlet Üretime Çiftliğinde kalıyoruz. Yol üstü geçip giderken bir mandıra görüyoruz. Arkadaşlara “Burada Kandıralı ustalar çalışıyordur” dedim. Pek anlamadılar. “Girelim bakalım” dedim. Azaklı köyünden Hüseyin Aydemir ve oğlu Rahmi Aydemir ustalar… Kars’tayız. Planlama genel müdürlerinden arkadaşım Cavit Dağdaş “Akşam bizim köye gidelim; ustalarımız çok güzel peynir yapar, kaşar yapar” dedi. “Nereli ustalar?” dediğimde “Trakyalı” deyince “Kandıralıdır onlar” dedim. Akşam köyde iki ustanın da Kandıra’nın Selametli köylülerimiz olduklarını öğrendim. Kaşar ustaları ile Antalya’da, Bingöl’de, Diyarbakır’da da karşılaştım.

Kandıralı ağaların da kaşarhaneleri vardı. Buradaki ağa genel anlamdaki toprak ağası değildir. Kasabanın zenginidir. Örnek olarak Niyazi Ağa’nın, Hurşit Ağa’nın (Turan Güneş’in babası), Raif Ağa’nın (Nihat Erim’in babası), Nafiz Ağa’nın kaşarhaneleri vardı. Kaşarhanelere köylerden at sırtında süzek süzek peynir taşınırdı. Belli bir kaşarhanenin peynircisi, aldığı peynir miktarını köylüye verdiği küçük deftere not eder; köylüler ağanın dükkanına giderek dönem sonunda hesaplaşırdı. Bir hesaplaşma da “Yalı” işi bitince olurdu. Yalıcılık eski Kandıra’da önemli bir olaydı. Yalıcılık öküz arabası ile Kefken’e gidip ağaların odununun mavnalara yüklenmesi demekti. Çok zor bir işçilikti yalıcılık. İşçiliğinin ağırlığından öte, sivrisinek bolluğundan sıtmaya tutulmak vardı. Sıtmaya tutulan insanların titrerken çenelerinin takırtısı duyulurdu. Sıtma nöbetleri sık sık yinelerdi.

İş bitince ağa ile yalıcılık işinde de hesaplaşırdı köylüler. Bu arada ağanın dükkanından alışveriş, belki küçük bir ön ödeme yapılmıştır. Hesaplaşılır, kaç çeki odun çekmiş, karşılaştırılır, borçlu çıkıldığı da olurdu. Her ağanın birkaç orman bölgesi olurdu. Ağanın çetelecisi okuma yazma bilmiyorsa çizgilerle, çarpılarla not düşerdi. Dört çeki 1 ton demekti.

Ağaların çoğunlukla bakkal dükkânı vardır. Değirmenleri, kaşarhaneleri, manifatura dükkanları olanlar da vardır. Kandıra’daki iş yerlerinin bir köşesinde “yazaneleri” olurdu. Bizim ağalar Güneydoğu’daki Toprak ağalarıyla karıştırılmasın, kasabanın zenginleridir demiştim. Odun ticareti o yıllarda sanırım en iyi birikimlerini sağlamıştır. Mavnalarla İstanbul’a götürdükleri odunları kendi odun depolarında satarlardı. Bu odun ticareti Cumhuriyet öncesi yıllarda da Cumhuriyet yıllarında da sürüp gitmiştir.

Kandıra’dan İstanbul’a at sırtında kara yoluyla yumurta, tavuk; deniz yoluyla koyun, kuzu götürülmüştür.

Küçükbaş hayvancılık yanında tavuk ve hindi yetiştiriciliği de önemliydi. Barganlı-Kokurdan’dan, Ağva’dan deniz yoluyla mavnalarla gidilirken; karayolu ile Akçaova üzerinden Taşköprü yönünde ilerleyen yolcular, Hereke sırtlarından Bağlarbaşı Pendik gibi pazarlara ulaşırlardı. Yıllar önce Gebze köylerinde seçim çalışmaları yaparken CHP delegesi de olan bir büyüğümüzün “Hüseyin Sarıca neyin olur?” sorusuna “Dedem olur” yanıtını verdiğimde, daha bir yakınlık göstermiş, “Birlikte İstanbul pazarlarına atlarımızla mal götürür, satış yapardık” demişti. Dedemin Barganlı-Kokurdan’dan İstanbul’a koyun kuzu götürdüğünü çok dinlemişimdir. Deniz ticaretinde Ağva da bilinen bir yerdi. Ağva merkezden ve çevre köylerden, bu arada Akçaova yöresinden “Reis”, “Kaptan” olarak anılan büyüklerimiz vardır.

xxx

Sanırım yüzyıllardır çarşamba günü kuruluyor Kandıra pazarı. Kandıra’nın Bucak merkezleri Hocaköy (Kaynarca) ve Ağva’da ise cuma günleri pazar kurulurdu ve şimdi de sürdürülüyor. Bu iki bucak (nahiye) merkezinin arası 60 km’dir. Memleket bir ilçedir Kandıra!

Kandıra’ya olan yakınlık-uzaklık durumlarına göre köylüler yürüyerek, öküz arabalarıyla Kandıra’ya gelirlerdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında yurt yüzeyi demir ağlarla örülürken o zamanın olanaklarıyla yol yapımlarına da çaba gösterilmiştir. İl yolları, ilçe ve köy yolları pazara ulaşmayı gitgide kolaylaştırmıştır. Kandıra’dan İstanbul’a ilk yol, küçük kamyonların da geçebileceği bir yoldu. Yeni mezarlığın az ilerisinden aşağı iner, Topağaçlar’dan ileri Kaypalı başı, Hediyeli içi, Çerçili Köyü’ndeki küçük köprüden Malca’ya, oradan Hatıplar’dan ve Akçaova’dan geçerek Ağva’ya, Şile’ye, İstanbul’a ulaşırdı. Şimdiki yol ise yine Cumhuriyetin ilk yıllarında planlanmıştır ve kullanılıyor. Bu yolun yapımında çalışan Musevilerin anılarını okumuştum.

Kandıra, Hocaköy, Ağva pazarları ve pazara ulaşmak derken, ulaşım durumuna da bir ölçüde değinmiş olduk. 1950’lerde belli merkez köylerden kamyonlarla pazara gelinirdi. Otobüsler de çalışmaya başlayınca yıllar içinde pazara ulaşmak kolaylaştı.

Köylünün pazara getirdiği tavuk, yumurta, yoğurt, peynir; keten liflerinden “Burma”, ekonomik değerlerdi. Bunları satar, gereksindiklerini alırdı. Salgın tavuk hastalığı bilmiyoruz. Esnaf sırf alışveriş olsun diye yumurta alır, tutarınca mal verirdi.

İstanbul’da yumurta komisyonculuğunda Ermeni yurttaşlar başta geliyordu. Pazara ulaşmalar, yani yolların yapımıyla kamyon ve otobüslerin ortaya çıkışına kadar, Kandıra’da yumurta piyasasını İstanbul’dan gelen telgraf belirlerdi. Kamyonlar çıktıktan sonra “Yolcular” piyasadan çekildi. Toplanan yumurtalar uzunlamasına iki bölüm olan “Tabut” denen sandıklara her bölüm 4 sıra olarak konurdu. Böylece bir sıra 180, bir bölüm 720, toplam 1440 yumurta bulunan tabutlar kamyona yüklenir, İzmit’e ambara gönderilir, oradan İstanbul’daki komisyoncuya giderdi.

Az önce geçmiş yıllarda köylerden Kandıra pazarına getirilen ürünler arasında “Burma”yı yazdım. Nedir bu burma? Keten liflerinin burulmuş hali ki urgan da yapılır. Böylece geldik ketene…

Eski Kandıralıların her biri keten konusunda size bir destan söyleyebilir. Önce ekimini sonra bahar aylarında o mavi keten tarlalarını size özlemle anlatabilir. Ne güzelliktir o mavi keten tarlaları.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Kandıra’nın ekonomik durumundan toplumsal durumuna geçerken, hemen söyleyeyim: ketenin ekonomisi kadar ve daha da çok sosyolojisi önemlidir. Ben ketenin her aşamasında bulundum ve gözledim. Keten ektim, keten yoldum, harmanın kaşına taşıdım, “İmecede” keten çırptım, dereye ısladım, çıkardım, serdim, eve taşıdım… İşte sosyolojisi bundan sonra başlıyor ki, o birkaç sayfa ile anlatılacak gibi değil. Keten Kandıra ekonomisinin ve işlenişi ile ilgili aşamaları, Kandıra sosyolojisinin bir daha yaşanması olanaksız zamanlarını bana anımsatır. Anlatmaya kalksam yazı yetmez. Roman olur, destan olur. Bir keten yazısı borcum olsun.

Keten yolmalar, orak biçmeler, harman dövmeler, kışlık odun kesmeler; inek, manda, koyun, keçi sağmalar; düğünler, bayramlar, misafirlikler, dualar, dernekler, kandiller, mevlitler, yağmur duaları, ay tutulduğu gece selalar, tüfek atmalar ve “Tanrı uludur”. Birileri anlatsa da dinlesek.

xxx

Bilir misiniz, Kandıra Belediyesi 1868 yılında kurulmuştur. Önemlidir. İlk kurulan belediyeler arasındadır. Akşam Gazetesi, 20 Ağustos 1938, Sayfa 5. Bir haber başlığı: “Kandıra’ya 43.000 liraya memba suyu getirilecek” ve alt başlık “Kasabanın yolları yapılırken kanalizasyon inşaatına da ehemmiyet veriliyor”. Kandıra’nın uzaktan görülen bir fotoğrafı ve altında “Kandıra’nın çalışkan belediye reisi İsmet Yelkenci”nin fotoğrafı. “İzmit-Kandıra yolunda nakliyata mâni olan İzmit-Çubuklu arasındaki yol, Vali B. Hamdi Oskay’ın emirleri ile tamir edilmektedir” haberi de var.

Günlük işlerden biri de eve su taşınmasıdır. Köylerde pınarlardan genç kadınlar su sırıklarının iki başında iki bakırla evlere su taşırlardı. Bakırlar Adapazarı’ndan alınırdı. Köyler su kaynaklarına yakın yerlerde kurulmuştu. Ayrıca kuyular da su kaynağı olarak çok önemliydi. Kandıra’da da çok kuyu vardı. Kandıra çevresinde birkaç tane pınar vardı. Hatıpınarı, Yüzbaşı Pınarı, Asım Pınarı. Sakalar isteyenlere su taşırdı.

Çocukluğumuzda yüzme öğrendiğimiz Kanlıdereye, diğer adıyla Yulaflı Deresine, şimdi Gıda OSB yakınındaki göletten önce akan pınar suları, Kandıra’ya getirilen ilk su olarak Yoğbolu suyu, ulaşabilen Kandıra pınarları birike birike önce Namazgah Deresini, sonra tümü Sarısu deresini oluşturur. Diğer taraftan, Oğulcak pınarından başlayan sular, sonunda Barganlı’da denize ulaşırken, Barganlı yakınındaki Hıra suyuna da kaynaklık etmiş olmalı. Kömürdere, Çakmakdere, Gürgen Pınarı, Malca Pınarı, Akpınar, Çerçili’deki mağara suyu Barganlı’da denize ulaşan dereye akan sulardı.

xxx

Kocaeli gazetemizde yayımlanan bir yazımda, İlhan Tarus’un Ülkü dergisinde çıkmış Nisan 1944 tarihli “İzmit” yazısında, ildeki toplumsal yaşamdan söz ederken Halkevinin İzmit’in toplumsal-kültürel yaşamındaki önemini dile getirdiğini yazmıştım. Halkın ilgisini dile getirirken “Yüze yakın kâğıt fabrikası işçisi Halkevi’ne aza yazılmıştır” diye özellikle belirtmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında halkevleri ülkenin toplumsal ve kültürel kalkınmasında, Cumhuriyet değerlerinin benimsetilmesi yolunda önemli bir işlev üstlenmiştir. İlk halkevi Ankara’da 19 Şubat 1932’de kurulmuş ve hızla tüm ülkede yaygınlaşmıştır.

1 Kasım 1928’de Latin harflerinin kabulünden sonra kurulan Millet Mektepleri sabit, gezici ve özel olmak üzere üç şekilde hizmet vermiştir. Bu çalışmalar halkevlerinde de sürdürülmüştür.

Şimdiki il sınırlarımız içinde 2 halkevi biliyoruz: İzmit ve Kandıra Halkevleri. Her ikisi de ilimizin aydınlık ocakları olmuştur. Halkevinde yapılan tiyatro ve müzik etkinlikleri Kandıra sosyal yaşamını renklendirmiştir. O günleri yaşamış insanlar neredeyse kalmadı. Biz anlatılanlardan ve yazılanlardan öğreniyoruz.

Kandıra Halkevi dışı taş, içi ahşap döşemeli bir yapıydı. Alt kat boydan boya sinema salonuydu. Burası konser ve tiyatro etkinliklerinin de sergilendiği bir salondu. Üst katta pek çok kitap bulunan kitaplık, Halkevi başkanının ve katibinin odaları vardı. Kütüphanenin yanında büyük bir oda daha vardı ve burası; nikah salonu, spor, tiyatro, müzik çalışmaları, biçki dikiş kursu mekânı olarak değerlendirilirdi. Ben Halkevi’nin adliye olduğu zamanları bilirim.

Yapılış tarihi Orhan Bey zamanına uzanan ve Yelkencilerin sahibi olduğu tarihi hamam da sosyal yaşamın önemli mekanlarından biriydi. Kadınlar ve erkekler için dönüşümlü olarak kullanılan hamam, düğünlerde gelin almasından bir akşam önce bir geleneğin sergilendiği yerdi. Damat ve arkadaşları çalgıcılar eşliğinde “Sabahın seher vaktinde” şarkısını çala çala hamama gider, hem yıkanılır hem de saatlerce meşk edilirdi.

Kandıra İdman Yurdu fotoğrafında ayaktakilerden sağ baştaki sporcunun önünde diz çökmüş genç Nihat Erim. Kandıra’da futbol her zaman önemlidir.

Osmanlı zamanında Kandıra’da sağlık kuruluşu yoktu. Salgın hastalıklara, özellikle verem hastalığına yakalanan hastalar çaresizdi. Bu duruma çocukluk günlerinde tanık olan Nihat Erim Kandıra’ya ilk hastaneyi yaptırırken, özellikle “Verem Hastanesi” olmasına da önem vermişti. Bu yıllarda sıtma da çok görülen bir hastalıktı. Cumhuriyet hükümeti insan sağlığına çok önem verdi. Hastaneler ve Hıfzıssıhha Enstitüsünü kurarak, Verem Savaş Dispanserleri kurarak, doktor, ebe, hemşire yetiştirerek sağlık işini sağlam temellere oturttu. Kandıra da bu gelişmelerden payını aldı.

Türkiye’de yatılı bölge okulları genellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde vardır. Orta Anadolu’da Şereflikoçhisar’da, Batı Anadolu’da İzmit Akmeşe’de yatılı bölge okulu kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında Kandıra’da da bir “yatılı mektep” vardır. Burada ilçe ve köylerindeki şehitlerin çocukları eğitilmiştir.

Kandıra’da merkez köylerde eğitmenlerle başlayan 3 yıllık eğitim, sonraları tüm köylerde 5 yıllık okullara dönüştü. Kandıra’da ortaokul 1951-1952 ders yılında açıldı.

Geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında da haberleşmede zorluklar vardı. Kandıra’da bazı dükkanlar belli köylerin posta kutusu gibiydi. Bizim yaka köyler mektuplarını “Bakkal Küçük Mehmet eliyle” alırdı.

xxx

Cuma namazları belli köylerde kılınır ve yöre köyler arası haberleşmeye katkı sağlardı. Cuma namazları için yetkilendirilmiş imam-hatip, bu hizmetin karşılığını sanırım diyanetten veya özel idareden alıyordu. Gerçekte tüm imamlar köylüler tarafından kışa doğru-ilkbahar arası zaman için tutulurdu. Bu imamlar arasında Geredeli hocalar çoktu. İmamların bir görevi de kız-erkek bir arada çocuklara Kur’an okumayı öğretmek ve namaz surelerini ezberletmeyi sağlamaktı. Camilerin bir bölümü hocanın evi, dershane; kahvelerin olmadığı yerlerde veya zamanlarda erkeklerin özellikle yatsı namazı sonrası sohbet yeriydi. Dönüşümlü olarak “imamın günü”nde üç öğün yemek taşınırdı. Köyün büyüklüğüne göre her haneye birkaç kez imamın günü rastlardı. İmamın ücreti her haneden eşit miktarda toplanırdı.

xxx

Bu yazı için başta Teoman Yelkencioğlu ve Niyazi Yelkencioğlu’nun derledikleri “Niyazi Yelkencioğlu’nun Kurtuluş Savaşı Anıları ve Kurtuluş Savaşı’nda Kandıra” adlı eserden ve edebiyat öğretmeni kardeşim İpek Sümer ile yeğenim Hakan Polat’tan bilgiler ve fotoğraflar sağladım. Onlardan biri ilimizden “İzmir İktisat Kongresi”ne katılanları belgeliyor. Burada bir ön bilgi yararlı olacak diye düşünüyorum:

Cumhuriyet daha ilan edilmemiştir. Atatürk 14 Ocak 1923’te Ankara’dan hareketle trenle yola koyulur. Bu önemli Batı Anadolu yolculuğu 17 Şubat 4 Mart arası günlerde yapılan İzmir İktisat Kongresinde sonlanacaktır. Ülkeyi Cumhuriyete hazırlamak için halkla ve ekonomik-toplumsal yaşamın temsilcileriyle düşüncelerini paylaşmak, kamuoyunu hazırlamak önem taşımaktadır. Bu yolculuk sırasında yoğun olarak ilgilendiği diğer konunun, görüşmelerine ara verilen Lozan Konferansı olduğu belgelerde yer alır. Bu arada annesinin ölüm haberini aldığını da biliyoruz.

Bu yolculukta Eskişehir’den sonra İzmit’e gelmiş ve İstanbul gazetecileriyle mülakat (demeç) toplantısını yapmıştır. Bu toplantının Cumhuriyet tarihimizde büyük önemi vardır. Atatürk, yani Gazi Mustafa Kemal Paşa, ülkenin geleceğiyle ilgili düşüncelerini basın yoluyla ülkeye ve dünyaya duyurmuştur. İzmir İktisat Kongresinde yaptığı konuşmada da düşüncelerini yine ülkeye ve dünyaya duyurmuştur.

Kurtuluş Savaşı’nı kazanmak için Milleti, Meclisi ve Orduyu nasıl hazırlamış ise, bu yolculuk sırasında da politik bağımsızlık hedefini ekonomik bağımsızlıkla taçlandırma yolunda toplumu hazırlayacaktır. Cumhuriyetin ilanına güvenle yaklaşılmaktadır.

İzmir İktisat Kongresi böyle bir tarih kesitinde 1135 delege ile toplanmıştır. İlimizden 20 delege katılmıştır. İlçelere göre delege sayıları şöyledir: Adapazarı’ndan 6, Kandıra’dan 4, Karamürsel’den 4, İzmit’ten 3, Hendek’ten 2, Geyve’den 1.

Delegelerin adlarını da yazalım:

Adapazarı; çiftçi temsilcisi Hacı İbrahim, çiftçi temsilcisi Hasan Veli, sanayi temsilcisi Derviş, ticaret temsilcisi İhsan, banka temsilcisi Mustafa Hulusi, şirketler temsilcisi Hacı Ahmet Ali.

Kandıra; çiftçi temsilcisi Mehmet Ağa (Semercioğlu, Belediye Başkanı), çiftçi temsilcisi Niyazi (Yelkenci), çiftçi temsilcisi Kâmil, ticaret temsilcisi Raif (Erim, Nihat Erim’in babası).

İzmit; çiftçi temsilcisi Rauf, ticaret temsilcisi Hüseyin Bedrettin, şirketler temsilcisi Rifat (Yüce).

Hendek; çiftçi temsilcisi İsmail, sanayi temsilcisi Süleyman.

Geyve; ticaret temsilcisi Hafız Ali.

xxx

Biraz düşünsel görüntü ve birkaç görselle Cumhuriyetin ilk yıllarında Kandıra’da ekonomik ve sosyal yaşam nasıldı sorusuna yanıtlar vermeye çalıştım. Kocaeli gazetemizin bu önemli sayısında konuyu çok uzatmadan, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kalkınma Ajansları Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan, İlçelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması (SEGE-2022) verilerine göre, Türkiye’deki 973 ilçe içinde Gebze 34’üncü, Merkez (İzmit) 44’üncü, Gölcük 147’inci, Derince 185’inci, Körfez 211’inci, Karamürsel 252’inci sırada iken Kandıra’nın 456’ncı, yazıyla: dörtyüz elli altıncı sırada olduğuna hiç girmedim.

Yazının sonunda Prof. Dr Tayfur Özşen’le ilgili bilgi vereyim. Siyasal Bilgiler Fakültesinde yüksek öğreniminden sonra Kaymakam oldu. Fakültesinde doktora yaptı. Devlet Planlama Teşkilatı’nda İl Mahalli İdareler Planlama Birimi şube müdürü, İç İşleri Bakanlığı’nda daire başkanı, Mersin Üniversitesi’nde doçent ve profesör oldu. Öğrencilik yıllarımızda, Yiğit Sezercan ve Ali Rıza Temuroğlu’nun yakın arkadaşı olarak tanımıştım. O günlerden ani kalp durmasıyla bu dünyadan ayrılana kadar kardeşliğimiz sürüp gitti. Birkaç kez “Sarıca, Cumhuriyetimizin Yüzüncü Yılını görmek isteriz!” demişti. Büyük bir Cumhuriyetçi, sağlam bir Atatürkçü, konuşmalarıyla aydınlatan bir hatip idi. Sevgiyle anıyorum.

Atatürk ilke ve devrimleri ışığında Cumhuriyetimiz kurulduğu sağlam temel üzerinde, kutluluk ve mutlulukla yüzyıllara ilerleyecektir.

Ne mutlu Türküm diyene!

Yaşasın Cumhuriyet!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir