Kandıra Halk Kültürü Sözlüğü’nde sona yaklaşıyoruz. Alfabetik sıraya göre yazdığım bu yazılarda sırası geçtikten sonra hatırladığım yahut çevremdeki kişiler tarafından hatırlatılan sözleri bir sonraki yazıda yazdığımda bu seriyi tamamlamış olacağım. Gelelim bu haftaki kelimelerimize:
VİRE: “Habire” sözünden bir şekilde kısalmış olmalı. “Boyuna, devamlı, sürekli” anlamına geliyor. Ara vermeden tekrarlanan hareketler için kullanırdı büyüklerimiz. “Vire gonuşiya, hiç susmiya” derlerdi “Habire konuşuyor, hiç susmuyor” yerine. Rahmetli gocanamdan (babaannemden) çok duymuşumdur buna benzer sözleri.
YALABIK: “Parlak” demektir. Sadece insanlar için kullanılan bir sıfattır. Özellikle de yeni sakal traşı olmuş erkeklerin yüzünü tanımlamak için. Yanılmıyorsam onlar için bu kelimeyle aynı kökten “parlamak, kendini parlatmak” anlamlarında bir de “yalabımak” fiili vardı ancak o çok sık kullanılan bir kelime değildi. Önceki yazılarımda anlattığım “yabız” sıfatı saçın, bu ise yüzün parlamasını ifade ederdi. Ancak “yabız”daki aşırılık eleştirisi “yalabık” sözünde yoktu. “Yalabık” sözü Anadolu’nun pek çok yöresinde bu ve başka anlamlarda çok sık kullanılıyormuş. Derleme Sözlüğü’nde ilk anlamı “Cilalı, parlak, ışıldak, düzgün” şeklinde verilmiş. “Yalabımak” fiili de öyle. Onun ilk anlamı da “Işık yansımak, parlak bir nesne parlayıp sönmek; şimşek çakmak” diye geçiyor. Ancak Kandıra ağzında sadece insanlar için kullanılmasıyla dikkat çekiyor.
YARIMLIK: “Fıtık” demek. Daha çok da “kasık fıtığı”. Derleme Sözlüğü; İzmir Ödemiş, Tokat ve Çankırı Kurşunlu’da da bu anlamda kullanıldığını belirtiyor. Ancak Kandıra’da böyle kullanıldığından bahsedilmemiş. “Fıtık” sözü bizde eskiden hemen hemen hiç kullanılmazdı. Hele hele “kasık fıtığı” sözü. Büyük ihtimalle bu yabancı söz bilinmiyordu. Daha kuvvetli bir ihtimalle de büyüklerimizin aldığı terbiye, erkek çocuklarının avret mahallindeki anormal şişkinliği işaret eden bu sözü kullanmaya müsaade etmiyor, utanıyorlardı. O yüzden erkek çocuklarının çok ağır şeyleri kaldırmalarına müsaade etmez, hemen çocuğun elinden alır, kendileri kaldırıp bir yerden bir yere taşırlardı.
YAASIMAK: Bu söz bizim köylerimizde “imrenmek, çok beğenmek, gıpta etmek” anlamında kullanılan bir sözdü. “Pek gözelimiş, yaasıdım” vb. ifadeleri çok duyardık eskiden. Çok beğendiği birinin yerinde olmayı, onun gibi olmayı anlatırdı. “İmrenmek” ve “gıpta etmek” ise hemen hemen hiç kullanılmazdı. Kandıra ağzında yok ama Derleme Sözlüğü’nde başka Anadolu ağızlarında geçen “yağşı: iyi, güzel, değerli” sözü kaydedilmiş. Bizdeki “yaasımak” fiilinin ondan gelmiş olabileceğini düşünüyorum.
YELDİRME: 1960’lı yıllarda geçim gailesi ile Kandıra’nın köylerinden İzmit’e göç eden ailelerde kadınların giydiği dış giysisi. Bir çeşit “pardesü”. (Türkçe Sözlük’teki “pardösü” ifadesini bir türlü benimseyemedim!) Rahmetli anneciğimin kar gibi beyaz “örtme”li (başörtülü), siyah yeldirmeli hâli canlanıyor gözümde. O yıllarda sadece Kandıra köylerinden değil, İzmit’in kuzeybatısındaki (şimdiki Derince ve Gebze) Taşköprü köylerinden gelen kadınlar da giyerdi yeldirmeyi. Giymesi kolay, hafif, astarsız, hatırladığım kadarıyla düğmesiz, siyah bir giysi idi. Acele dışarı çıkıp uzak bir yere gitmek gerektiğinde hemen giyilebilecek basit bir giysi. Zaten evin dışında yakın bir yere gidilecek yahut sokağa çıkılacaksa şalvar ve örtme ile çıkılırdı. Sonra sonra şalvar yerini “maksi” denen uzun eteğe bıraktı. Pardesü (bizdeki ifadesiyle “partise”), hele hele manto giymek; şehirlilik hattâ sosyetiklik alâmeti idi bizim mahallelerimizde. Sonraları yeldirme unutuldu, pardesüye bakış açısı değişti.
YELMEK: Çocuk oyunlarında “ebe olmak”. Kütahya ağızlarında da bu anlamda kullanılıyormuş. Söz gelimi saklambaç oyununda yüzünü bir duvar, ağaç vb. bir yere dönüp gözlerini kapatarak diğerlerinin saklanmasını beklemek. Çok istenen bir rol değil tabii. Başarısız olanlara yüklenen bir rol. O yüzden kimse oyunda ebe olmak yani “yelmek” istemez Kandıra’nın köy çocuk oyunlarında.
YELPEŞ: Bu söz “yelpeş yelpeş” şeklinde ikileme olarak da kullanılır. Elle tutuluyorsa ele, yeniyorsa ağzın her tarafına bulaşan “yarı yapışkan kıvamda akışkan madde”. Başka Anadolu ağızlarında “yelmeşik” şeklinde kullanılıyormuş Derleme Sözlüğü’ne göre. Anlamı da “yapışkan sulu (nesne); fazla pişmekten ezilen, yapış yapış olan” diye verilmiş. Pek hoş bir nitelik değildir. İnsanlar bu tür şeyleri fark ettiğinde yüzünü ekşitir, pek dokunmak istemez onlara. Bir bulaştı mı arınması, temizlenmesi zordur çünkü.
YEVTİN: “Hafif” demektir. Hafif sözünü şehirli olunca öğrendi bizim insanlarımız. Hâlâ da belli bir yaşın üzerindekiler o sözü değil, “yevtin”i kullanır. Derleme Sözlüğü’nde var ama “yeğni” maddesine gönderiyor. Bazı yörelerde “yeftin” şeklinde söyleniyormuş. Bizde bu kelimeden türetilmiş “hafiflemek” anlamında “yevtinnemek: yevtinlemek” fiili de var “İçimi döktüm, yevtinnedim” vb. ifadelerde.
YIĞIN: Türkçe Sözlük’te “Bir şeyin yığılmasıyla oluşturulan küme, tepe” şeklinde tanımlanmıştır “yığın” sözü. Ancak Kandıra’nın köylerinde ilk yaptığı çağrışım böyle değildir ya da değildi. “Harman yerinde -genellikle de kenarında- ekin demetlerinin üst üste düzenli olarak yığılmasıyla oluşan, bazen yüksekliği beş altı metreyi geçen kule şeklinde ekin yığını” anlaşılırdı “yığın” denince. Harmanın bir tarafında çardak, bir tarafında da harman sahibinin durumuna göre bazen bir-iki bazen de beş altı yığın olurdu. Kolay değildi onların tepesine çıkıp yığını devirmeden “diiren” (dirgen: demir çatal kürek) ile demetleri alıp harmana indirmek. Beceri, hafiflik ve çeviklik isterdi. Harman makineleri geleli beri ne “yığın” var, ne “diiren”…
YILIK: “Şaşı, şaşı bakan” demek. Bu anlamlar Derleme Sözlüğü’nde de Türkçe Sözlük’te de var. İkincisinde halk ağzına ait olduğu notu düşülmüş. Gözbebeği bir tarafa doğru bakıyor gibi görünürken aksi tarafa bakanlar için kullanılır “yılık” sözü. Bir de “ıslandığı için kuruduktan sonra düzgünlüğünü kaybeden, eğrilen tahta”lar için kullanılır bu söz.
YOKSUZLUK: “Fakirlik”. “Yoksulluk” sözü pek kullanılmaz bizim köylerimizde. Çoğunlukla “fikârelik”, bazen de “yoksuzluk” kullanılır. Çok seyrek kullanılır “yoksuzluk” ifadesi. Ya “Yokluk görmemiş”, ya da “Yoksuzluk görmemiş !” denir hesapsızca para harcayıp elindeki varlığı saçıp savuranlar için.
YONMAK: “Yontmak” fiilinin Kandıra köylerindeki söyleniş biçimidir. İçindeki “t” sesi yontularak söylenir adeta. “Abdest” kelimesinin “t”si atılıp “aptes” biçiminde söylenmesi gibi. Şu anda hatırlayamadığım başka kelimelerde de yontuluyor bu “t” sesi. Biraz çıkıntı oluşturuyor galiba bu yumuşak sesli kelimelerde sert hâliyle…
YUKA: Türkçede -yansıma kelimeler dışında- pek bulunmayan f sesini pek kullanmak istemiyor galiba Kandıralılar. O yüzden “yufka” değil, yufka diyorlar. Belki de bu şekilde söylemek kolay geliyor. Kestirmeden gidip “yuka” diyorlar. Yörükler kadar yaygın değil bizde yufka yapmak. Düğün, bayram, misafir ağırlama vb. durum ve zamanlarda börek yapmak için yufka açılır sadece. Başka yerlerdeki gibi Ramazan öncesinde çok miktarda yufka yapıldığını pek hatırlamıyorum.
ZAA / ZAAR: “Zaahir” sözünden kısalma olmalı bu iki kelime. “Besbelli, apaçık” anlamında. Rahmetli babaannemin “ÜÜle zaa!” veya “Üüle zaar!” deyişi çınlıyor şu anda kulaklarımda. “Öyle olmalı”, “Besbelli öyle” anlamında. Çok sık kullanılan bir söz kalıbı idi bunlar. Ancak kullanan yok gibi şimdi. Tarihin derinliklerine gömüldü gitti.
ZAĞAR: Bu da eskiyen sözlerimizden. Ben dahil hiç kimse kullanmıyor artık. “Köpek” anlamında. Bazen de köpek cinsinden “çakal, tilki” vb. yabani hayvanlar için kullanılırdı vaktizamanında. “Bakdık aşaada zahâllaa çemkiryalaa (havlıyorlar) cınâllıkda (çınarlıkta). Çemkiryalaa kın çakallaa, zaharlaa” demişti babaannem çocukluk hatıralarını anlatırken, rahmetler içinde kalsın.
ZEBİL: “Bol miktarda, çok” demek. “Sebil” sözünün bizim ağızlarımızdaki kullanımı. Kendi basit yöntemleriyle derede balık avlamaya çalışan çobanlarımızdan bolca balık gören birinin arkadaşlarına “Koşun, burda balık zebil!” diye seslenmesinde olduğu gibi.
Halkımızda böyle güzel kelimeler zebil. Ne kadarını hatırlatıp unutulmamasına bir nebze katkıda bulunursak o kadar iyi…