KANDIRA HALK KÜLTÜRÜ SÖZLÜĞÜ [K] Doç.Dr. Kenan ACAR

Kandıra ağzında bulunup genel dilde bulunmayan yahut genel dilde bu ağızdaki anlamıyla kullanılmayan kelimeler arasında gezinmeye devam ediyoruz. Epey yol aldık. Bu hafta da ince veya kalın k sesiyle başlayan kelimelere göz atacağız:

KABAK ATMAK: Bu ifade Kandıra köylerinde “gabak atmak” şeklinde ve “yenmek” anlamında kullanılan esprili bir sözdür. Eski dönemlerde köy odalarında veya herhangi bir yerde oynanan üçtaş, beştaş, dokuztaş gibi oyunlarda bir eli kazanan kişi rakibine sağladığı bu üstünlüğü anlatmak için “Ben sana gabak attım!” derdi biraz istihzalı, muzip bir ifade ile.

KAMA: Bizdeki söylenişiyle “gama”.  Bu kelime bilinen anlamıyla Türkçe Sözlük’te var elbette. “Silah olarak kullanılan, ucu sivri, iki ağzı da keskin uzun bıçak” diye tanımlanmış. Ancak bizde biraz kabaca bir hakaret sözüdür. Daha çok erkeklere, en çok da genç erkeklere hitaben söylenir. “Görgüsüz, kaba erkek” gibi bir anlamı vardır. Biraz argo sayıldığından bir insana böyle seslenilmesi veya bu sıfatla anılması pek hoş karşılanmaz.

KECİN: Bizim köylerimizde önceleri herkes keten ekerdi. Bugün herkes keten pantolon veya keten gömleği bilir ve giyer, sağlıklı yaşamak için keten tohumu yağını kullanır ama keteni görenimiz neredeyse kalmamıştır. “Kecin”, işte bu ketenin bir yan ürünüdür. Tarlada yolunup harmanda imece usulü çırpılarak tohumları ayrılan ketenin sap kısımları önce derede ıslanır, sonra yollara yatırılarak üzerinden arabaların geçmesi sağlanarak yumuşatılır. Daha sonra da “mengelez” denen ayaklı kıskaç şeklinde bir aletten geçirilir ve tokmakla döğülerek eğirmeye veya ip yapmaya hazır hâle getirilir. Hatırladığım kadarıyla işte bu süreç sırasında arta kalan bir çeşit kaba yüne çöp, onun içindeki (onca işleme rağmen) hâlâ yumuşamamış birkaç santimlik daha kaba parçalara da “kecin” denirdi. Bugün yaylı-yaysız sünger yataklarda yatan insanlarımız ondan önce yün, daha önce de çöp yataklarında yatardı. Çöp yatağında yatan ya da çöple doldurulmuş minderde oturan veya sırtını ona dayayan insanlarımızın sırtına batardı bu çıkıntı yapmış “kecin”ler. Ne günlerdi o günler…

KIRNAP: Tabii bizde “gırnap”…  Bu kelime ne Türkçe Sözlük’te ne de Derleme Sözlüğü’nde var…  “Çileden” küçük ip yumağı” gibi hatırlıyorum. Birkaç metrelik, kabaca katlanmış veya sarılmış, hemen kullanmaya hazır ip parçası. Ne yazık ki benim zihnimde de net değil. Yanlış hatırlıyor olabilirim.

KIVIRMA: Kandıra ağzında “gıvırma”. “Bir çeşit tepsi böreği”. Tepsinin ortasından başlayarak dışa doğru helezonik biçimde sarılan rulo şeklinde bir börek. İç malzemesi çoğunlukla balkabağı olur ve tatlı olarak yenir. Bu şekli “gabak gıvırma” diye bilinir ve çok sevilir. Ancak eski zamanlarda patatesli kıvırma da yapılırdı. Tabii tuzlu olarak. Bugün marketlerde gördüğümüz ıspanaklı ve peynirli tepsi börekleri gibi. Böylesi artık unutuldu. Kıvırma denince kabaklı, tatlı biçimi geliyor aklımıza.

KIYIK: “Ekmeğin dışındaki kalın, kabuklu kısım”. Köylerimizde “gıyık” diye söyleniyor. İçine göre daha pişkin, bana göre daha lezzetli kısmı ekmeğin. Tabii dişlerinizle ilgili bir sıkıntınız yoksa. Diş sıkıntınız varsa ekmeğin kıyığını onu sevenlere bırakıp içini yiyin. Eski zamanlarda köy ekmekleri ince ince kesildiğinde dilimleri “hanım dilimi”, kalın dilimler hâlinde kesildiğinde ise “çoban dilimi” diye anılırdı. Tabii “çoban dilimi”nin “kıyık” kısmı daha fazla olur, ekmeğin kıyığını sevenler onu öyle dilimlerdi.

KİLE KAFA: Bilindiği gibi “kile”, eski zamanlarda tahılllar için kullanılan bir ölçü birimidir. On yedi kiloluk iki yağ tenekesi buğday vb. tahıl, bir kile kabul edilirdi önceleri. Bu anlamı Türkçe Sözlük’te mevcut. Ancak “kile kafa” sıfatı sadece bizde kullanılıyor. Genel dildeki “koca kafa” tabirinin yerine. Vücuduna oranla kafası normalden büyük insanlar için. O kadar ki bazen bu argo sıfat, lâkap olarak insanların üzerine yapışıp kalabiliyor.

KİŞİLİK: Bu da bir sıfat. Genel dildeki “yabanlık” sözünün yerine kullanılıyor. O da Türkçe Sözlük’te “Bayram gibi önemli günlerde veya konukların yanına çıkarken giyilen yeni giysi, kişilik, adamlık” diye tanımlanmış. Gündelik yani her gün giyilen elbisenin karşıtı. Temiz olarak özenle saklanan, her zaman giyilmeyen değerli elbise kısacası. Tanımda yer alsa da madde başı olarak yok güncel sözlüğümüzde bu kelime.

KOKMAK: “Koklamak” anlamında kullanılır bizim oralarda. “Koku çıkarmak, kokuşmak” anlamıyla birlikte. “Koklamak” sözü pek kullanılmaz. Aslında koklamak eyleminin biraz ısrarlı ve abartılı biçimidir “kokmak” Derin derin, uzun uzun içine çekerek koklamaktır. Küçük çocuklar anneleri kendilerine banyo yaptırdığında kardeşlerine “Ben yıkandım, tertemiz oldum; bak, saçımı kok!” diyerek onlara saçlarını koklatır, onlar da “Oh, mis gibi olmuşsun” diyerek o çocuğu sevindirirlerdi vaktizamanında.

KOSKOS: Ya da bizim deyişimizle “gosgos”. “Kasıntı, kendini çok öven, kibirli” demektir. Toplum tarafından sevilmez böyleleri. Kabararak yürüyen, insanlara tepeden bakan, hep üst perdeden konuşan tiplerdir. Övülmekten hoşlanır, övüldükçe hindi gibi kabarırlar. Tevazu ziynetinden mahrum kişilerdir. Böylelerinden uzak durmak lâzım. Çevrelerine faydaları olmadığı gibi zararlı olmaları da yüksek ihtimaldir.

KURKUK: “Anne tavuk.” Bu isimden türetilmiş “kurkuklamak” fiili de var. Yavru çıkartmak üzere yumurtalarının üzerinde sürekli yatan, yumurtadan çıktıktan sonra da onları peşinde gezdiren anaç tavuk. Yumurtalarının üzerinde tatmasına “kurkuklamak” deniyor. Peşine takıp gezdirdiği civcivlerini (az büyük hâlleriyle “cırık”larını) koruyup kollamak için her şeyi yapabilir “kurkuk tavuk”. Sizi tehlike olarak görürse uçarak üzerinize atlayıp gagalayabilir bile. Yaklaşmayın. Uzaktan seyredin onu ve yavrularını. Bu arada sürekli yatan tembel kimselerin bu durumunu da “kurkuk tavuk gibi yatmak” deyimiyle anlatırdı Kandıra’da büyüklerimiz…

KUYMAK (Fiil): Karadeniz’in “kuymak” yemeğiyle karıştırmayın. Bu bir fiil. Kandıra’da “guymak” diye söyleniyor zaten. “Koymak” fiilinin farklı bir versiyonu gibi duruyor ama ayrı bir fiil aslında. “Kuyu” sözüyle akraba. “Sıvı yani akışkan bir maddeyi bir kabın içine dökmek yahut hareket hâlindeki varlıkları kapalı bir yere sokmak.” Bizim köylerimizde eskiden “naştapa” denen maşrapalara, taslara yahut onlar kullanılarak daha büyük başka bir kaba “su guyulur”du. Çay koyulmaz ya da dökülmez, “guyulur”du. Öte yandan “örü” denen kırlardan ya da otlaklardan getirilen koyun, “dombay” (manda) gibi hayvanlar akşamları ahır ya da ağıllarına “guyulur”du. Daha da ilgi çekicisi düğün bittikten sonra damadın gelinle başbaşa bırakılmak için onun odasına uğurlanmasına da “güvii (güvey) guymak” denirdi bir zamanlar.

Halk ağzında Eski Türkçeden kalma ne güzel kelimelerimiz vardı bizim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir