Önceki yazılarımdan birinde Kandıra’dan derlenen bazı deyimler üzerinde durmuştum. “Kandıra’dan Derlenen Bazı İlgi Çekici Deyimler” başlıklı bu yazıdaki deyimler Muzaffer Uyguner ve Emin Uyguner tarafından 1971 yılı öncesinde derlenmiş ve o yıl Ömer Âsım Aksoy tarafından hazırlanarak Türk Dil Kurumunca yayımlanan Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler adlı kitapta yer almıştı. Bu yazımda ise 1983 yılında yaptığım saha araştırmasında yani kendi ağız derlemelerim sırasında karşılaştığım, bana göre ilgi çekici deyimlerden söz edeceğim:
Bunlardan biri “bükelek tutmak”. Aynı anlamda “cız tutmak” deyimi de var. Hayvanlar için kullanılan bir deyim ama bazen insanlar için de kullanılıyor. Herhangi bir şeyden (genellikle de kuyruk bölgesine konan, sakırga denen kan emici bir tür sinekten) rahatsız olan, huylanan hayvanın kuyruğunu bükerek kaçması. Hem de ne kaçmak… Tutabilene aşk olsun. Dağ tepe kaçan hayvanın peşinden boşuna koşmayın. Sakinleşmesini bekleyin, sonra gidip getirin… Sonunu hatırlayamadığım “Cız cız bükelek, kuyruğu dikerek…” diye başlayan bir tekerlemesi bile vardı. Kandıra’nın Karakiraz köyünden rahmetli bir büyük teyzem çocukluğunda hayvan güttüğü sırada yaşadıklarını anlatırken şöyle demişti bana: “Değirmendağı’na kaçmış öküzümüz birinde. Kara bir öküzümüz varıdı. Ama bükelekde kaçıyor…” Gereğinden hızlı koşan insanlar için de kullanırlardı bazen bu deyim.
“Çangıl çangıl etmek”, çok sık kullanılan bir deyim değildi. Parçalanarak dökülecek hâle gelmiş bir şeyin sallanmasını ifade eden bu deyimi babaannemden duymuştum. O da çocukluğunda yaşanan bir olayı anlatırken kullanmıştı. Bir köyü basan bozguncu çete reisinin elindeki bombanın patlamasını “Çıksınlar benim düşmanlarım, çıksınlar benim düşmanlarım derken beraber, böyle sallarken sallarken güüm demiş elinde; elleri çangıl çangıl etmiş. Hemen düşmüş oraya” şeklinde anlatmıştı.
Bizim köylerimizde “kıpırdamak” yerine “debildemek” sözü kullanılır. Bazen de “debil debil etmek” şeklinde birleşik fiil olarak. Kıpırdadığı fark edilen bir canlının bu hareketini ifade etmek için. Çocukluğunda ablasıyla birlikte tarla sürerken yaptığı yaramazlıkları anlatan bir gocanamız (büyükannemiz), kaplumbağalara yaptıklarını şöyle anlatmıştı: “ İki tane tosbağa bulduk orada. Orayı kazdık. Onları birbirinin üzerine koyduk, oraya gömdük. Bakalım bu evleği sürene kadar bunlar çıkabilecek mi dedik. Ne kadar cahiliz değil mi?.. Onlar debil debil toprağı… Biz evleği sürene kadar çıktılar onlar da…”
Az kullanılan deyimlerden biri de “hamur tutmak” sözüydü. “Hamur yoğurup taşmasını beklemek” anlamında kullanırdı ara sıra annelerimiz, teyzelerimiz. Tıpkı Sakallar köyündeki bir rahmetli teyzemizin köy düğünlerini anlatırkenki “Un eleriz, ondan sonra hamur tutarız, yumururuz…” sözünde olduğu gibi.
“Hoca durmak”, bir köye geçici olarak imam olmak demekti. Bir köyün camisinde namaz kıldıracak kadrolu, daimî bir hoca yoksa çevre köylerden biri çok eski zamanlarda belli bir miktar buğday vb. karşılığında, sonrasında ise belli bir ücret mukabili orada imamlık yapardı. Diğer insanlara nazaran din bilgisi daha fazla olan bu kişinin bu görevi genellikle ramazan aylarında o köyde imamlık yapmak, teravih ve vakit namazlarını kıldırmaktı. Kocakaymaz köyünden bir gocabam (büyükbabam), “Karagöllü’den bir bulgurcu, buraya hoca durdu iki sene. Ben müezzinliğini yaptım” demişti bana. Önceki yazılarımda hoca duran kişiyi yani geçici imamı her akşam bir evde misafir etme geleneğinden yani “hoca gezeği”nden bahsetmiştim.
“Mıkmak”, bir kişiyi sessizce boğazlamak, boğazını sıkmak demekti ama sadece bu anlamıyla kullanılmaz, genel anlamda birini dövmek de bu fiille anlatılırdı. Anneler garez eden, yaramazlık yapan çocuklarını korkutmak için “Şindi mıkarım seni!” derdi. Kavga başlangıcındaki iki kişiden biri de diğerini “İmiğini mıkarım!” diye tehdit ederek korkutmaya çalışırdı bizim köylerimizde eskiden. Anlam genişlemesi ile yenmek anlamında kullanmıştı Kandıra’nın Sepetçi köyünden rahmetli bir büyüğüm. Ne kadar usta bir pehlivan olduğunu anlatırken köy güreşlerinden birinde yaşadığı bir olayı “Beni de Sarı Ali ile eş yaptılar (eşleştirdiler K.A.). Ben Sarı Ali’yi orda hemen mıkıverdim, bana hiç gücü yetmedi” şeklinde anlatmıştı. Nur içinde yatsın.
Kandıra’nın köylerinde bir şeyi fırlatıp atma eylemi için “gaydırmak” fiilinin kullanıldığını yazmıştım geçen yazımda. Aynı anlamda kullanılan ama diğerine göre biraz argo sayılabilecek bir başka fiil de “sıyırmak”. Kocakaymaz köyünden daha önce sözünü ettiğim büyüğüm, İstanbul’un fethini anlatırken şöyle demişti: “Ondan sonra İstanbul alınıyor. Bir iki top sıyırıyorlar, bir iki asker; haydaa!” Anlaşıldığı kadarıyla “gaydırmak” fiilinde bir hedef gözetmeden herhangi bir yere fırlatıp atmak söz konusu iken bunda hedef gözetiliyor.
Geçen yıl haziran ayında burada yayımlanan “Lokum Sandığından Önce…” başlıklı yazımda yakın zamanda kaybettiğim bir başka rahmetli büyüğümden dinlediğim bir tekerlemeyi aktarmıştım. O tekerlemede geçen “tadına ermek” sözünü ilk defa duymuştum. Çok sık kullanılmıyordu herhalde “tadına varmak” anlamındaki bu söz: “…. / Köyde bir kaymak yedim,/ Hocadan değnek yedim,/ Değneğin tadına erdim,/ Kuşlara darı verdim….”
“Tınaz atmak”, aslında bilinen bir söz. Eski yıllarda harmanda hayvanların çektiği döven ile dövülen buğday, arpa vb. tahılların tanelerinin artık saman olan saplarından bu işlem sonrasında yaba ile savrulmak suretiyle ayrılmasını ifade eden bir ifade. Ancak köylerimizde mecazen başka bir anlamda, “sağa sola koşmak” anlamında kullanılır, telâşlı bir koşuşturmayı ifade ederdi. Karaağaçoğlu köyünden rahmetli bir büyüğüm köylerine inen domuzları anlatırken “Bir gün inerlerdi buraya, burada horklar dururlardı. Tınaz atarlardı buralarda. Bir metre kazarlardı aşağı yukarı” diye ifade etmişti onların bu hareketini.
Aynı büyüğümün kullandığı bir başka ilgi çekici tabir de “yerle yesir olmak” idi. Bir anda anlaşılmaz bir biçimde gözden kaybolmayı ifade eden bir söz. Deyimdeki “yesir”, günlük dildeki “esir” sözünün bizim oralardaki biçimi. “Yerle yeksan olmak” sözünü çağrıştırıyor ama “yıkılmak” anlamında değil. “Sanki yer yarıldı da içine girdi” sözü ile “Yerle yeksan olmak”ın karışımı gibi. Anlamca birinciye, şekilce ikinciye yakın. “Gözden kaybolmak” anlamındaki bu sözü kullanan büyüğüm, Kurtuluş Savaşı yıllarında köylerinde misafir ettikleri Ermenilerden söz ederken “Sonra işte bu karışmalıkta (kargaşada K.A.) yerle yesir oldular. Onlar da gittiler mekleketten bütün” ifadesini kullanmıştı.
Ne bu sözler kaldı, ne de bunları anlatanlar. Hepsi de yerle yesir oldu. Nur içinde yatsınlar…
Hocam, Küçüklüğümün geçtiği evimizde; (Orhan Camiinin karşısındaydı) yazınızda bahsi geçen kelimeler kullanılırdı.. Büyük kültürün, fıcık insanları olarak kaldık… Helecanla yeni yazılarınızı bekliyorum.
Teşekkür ederim. Selâm, sevgi ve saygılar.