Gabriel Marquez Yüzyıllık Yalnızlık kitabında söyle der, ‘Altında ölülerin varsa o senin topraklarındır’
Kandıra’da doğmuş köklerinden bahsedecek biri olarak bu yazının başlığımı ilk kumbaranızı bozdurduğunuz ya da İsmail Kocak’ın kulübünde kâğıt oynayan babamdan bahsedeceğimi sanırsınız ama ben Yunan İçsavaşının en acı günlerinde doğan ve 22 yaşında Türk vatandaşı olan ve ilk çayı Kandıra’da içen bir kadını anlatacağım.
Kandıra’da pazarda selamlaştığınız bu kadın 1.1. 1947 yılında Yunanistan’ın Gümülcine İli Narlıköy’de doğdu o tarihte komşuda 2. Dünya savaşından çıkmış sosyalistler ve İngiliz destekli kralcıların iç savaşına sahne oluyordu.
Noel gecesi (Yılbaşı) yani Ortodoks Hristiyanlar için kadir gecesiydi. Çarşamba pazarında ve oturma gününde karşılaştığınız o kadın savaş köyünün sırtını dayadığı Balkan dağlarında tam hızıyla sürer hastalıklı bir bebek olarak dünyaya geldi.
Babası kasap Raif, köy dışındaydı. Annesini sütü gelmediği için tüm köy ölecek gözüyle bakıyordu.
Bu kemikleri derisine yapışmış esmer bebeğe bütün Narlıköy bugünkü adı ‘Poliantos’ son nefesini vermesini beklerken kapı çalınıyor. Yanında 3 asker ile kralcı bir yüzbaşı evin erkeğini soruyor.
Köyün bütün halkı bebeğin ölümünü görmek için eve toplanmışken en yaşlıları kapıya açıyor.
Yüzbaşı hayvan kestirmek için çaldığı kapıda onlarca kadın görünce şaşırıyor ve soruyor bu evde ne oluyor.
Yılbaşı onlar için Kadir gecesi ile eşdeğer Noel’de bir çocuk doğduğunu duyunca içeri giriyor. Ölmesi beklenen bebeği kucağına alıyor ve annesine dönüyor. ‘Türkçe’ ‘Gelin ne istiyorsun’ diyor.
Sıkıntılı bir doğum yapan genç anne, Yunanistan açlıktan da on binlerce kişinin öldüğü o gün o yüzbaşıdan portakal istiyor.
Yüzbaşı yanındaki askerleri yollar ve askerler bir kese kağıdı dolusu portakal ile geri dönerler.
Dudakları patlamış o anne o portakalları yedikten sonra biraz toparlanır.
Sütü gelir ve yaralar içindeki o kız bebeği emzirmeye başlar o kız o gün hayatta kalır şimdi diyeceksiniz ki bu hikaye ile Kandıra ile ne alakası var.
O gün doğan kız çocuğu aranızda geziyor. Sizden belki daha çok Kandıralı çünkü herkesi lakabıyla biliyor. Herkesi torununa kadar biliyor. O kadar bulunduğu yeri içine sindirmiş ki ve sanki Kandıra, bir akvaryum o ise bir Japon balığı gibi, o camların dışında nefes alamıyor.
Evet… o benim annem Mediha Civanoğlu, bunları bilmeden her Çarşamba Mediha, ablanızla karşılaşıp selamlaşıyorsunuz ama onun bu Anavatana nasıl gelip nasıl Kandıralı olduğunu farkında bile değilsiniz.
Bu yazıyı okuduktan sonra Kandıra’da çok kişinin ağzı açık kalacak çünkü bu 22 yaşında Kandıra’ya ‘Gelin’ gelen bu esmer kızı herkes orada doğmuş sanıyor.
Kandıralılar Derneği her yıl verdiği plaketlerde birini anneme hiç vermek akıllana bile gelmedi . Çünkü o bu hikâyeyi kimse ile paylaşmadı.
Bu arada annem beni Kandıralı olarak büyütüp balkan köklerini unutturmadan Kadriye Latifova’nın türküleri ile tanıştırdığın için teşekkürler.