GEÇMİŞTEKİ KANDIRA’DAN KESİTLER-I Doç.Dr. Kenan ACAR

Kandıra ve köylerinde vaktiyle yaptığım ağız derlemelerinde kaynak kişilerden (bugün tamamen unutulmuş, unutulmasa da artık terk edilmiş olan) bazı uygulamalar duymuştum. Bugün bunlardan bazılarını yazacağım:

Bunlardan biri, “kömür yakmak”. Eskiler 1950’lere kadar kömür yakarlarmış. Ancak bizim bildiğimiz anlamda sobada kömür yakmak değil bu. Muhtemelen köylerin çevresindeki gözden uzak ormanlarda bulunan fosilleşmeye yüz tutmuş odunları “odun kömürü” diye bildiğimiz kömüre dönüştürmek için özel bir yöntemle yakmak. Böylelikle elde ettikleri odun kömürlerini çuvallayarak satarlarmış. Fakat yasak olduğu için gizlice yaparlarmış bunu. Kandıra köylerinden yaptığım bir derlemede Davulköy’den Kel Mehmet isimli birinin bunu yaptığını söylemişti bir kaynak kişi. İzmit’in kuzeybatısındaki Taşköprü köylerinde de duymuştum derlemelerim sırasında bu unutulmuş, bize bugün tuhaf gelen “kömür yakma” işini.

Bir başkası, II. Dünya Savaşı yıllarında köylülerden hububat üretiminin vergilendirilmesiyle ilgili. Bu yıllarda Kandıra’nın köylüleri bu vergiye karşılık gelen zahirelerini çuvallayıp hayvan arabalarına yükler, bu şekilde İzmit’e getirirlermiş. Derince’deki teslim yerinde işlemlerini tamamlamak için üç dört gün beklemeleri gerektiğinden, hayvanlarını köye geri gönderirlermiş. Bazıları da vergisini Akçaova’ya götürüp orada teslim edermiş.

Hangi yıllarda geçerli olduğunu tam olarak kaydedemediğim ilgi çekici bir uygulama ise İzmit’teki Baç mevkiiyle ilgili. Kandıra’nın köylerinden satmak üzere İzmit’e odun vs. getirenler burada durdurulur, kendilerinden “baç parası” istenirmiş. Verenler geçer, diğerlerinin İzmit’e girmesine izin verilmezmiş. Bazıları elinde keser, testere vb. ne varsa onları bırakarak geçebilir, malını sattıktan sonra dönüşte baç parasını ödeyerek bıraktıklarını geri alırmış. “Baç” kelimesi “vergi” anlamına geliyor. Bu semt, adını buradan almış olmalı…

Bir başka ilgi çekici şey de “Baç” semtiyle ilgili: O yıllarda asker sevki de çok farklı imiş. Ağız metni derlemelerim sırasında bir kaynak kişim 38’li kur’asından olduğunu, tam 43 ay askerlik yaptığını söylemişti. Söylediğine göre o yıllarda on sekiz yaşına gelen gençler köylerden alınarak toplu halde yürüyerek Kandıra’ya götürülürmüş. Kandıra’dan İzmit’e de toplu hâlde yaya gidilirmiş. Toplanma yeri de “Baç” mevkii imiş. İzmit’ten uzak yerlere gönderilecek askerler trenle sevk edilirmiş.

O dönem vasıta olmadığından köylülerimiz hayvanlarını satmak için de Kandıra köylerinden İzmit’e yaya olarak giderlermiş. İzmit’te cumartesi günleri iki ayrı hayvan pazarı kurulurmuş. Birinde tosun vb. diğer büyükbaş hayvanlar satılırken diğerinde sadece at alınıp satılırmış yani “at pazarı” kurulurmuş. Anlatan kaynağım yerini kırk yıl önce “eski mapushanenin yanı” diye tarifi etmişti ama kastettiği bizim bildiğimiz, şu anda yerinde eğitim kampüsünün bulunduğu eski cezaevi miydi bilmem…

Kandıra’nın köylerinde eskiden “cami güreşleri” olurmuş. O dönem Cuma namazları her yerde kılınmadığından, Üğümce mezarlığı vb. büyük mezarlıklarda veya yakınındaki camilerde Cuma namazı kılındıktan sonra iddialı güreşler yapılırmış. Güreşler bittiğinde bir sonraki “cami güreşi”nin yeri “Ey cemaat! Duyduk duymadık demeyin! Bundan sonraki güreşler Ilkan Mezarlığı’nda yapılacaktır!” vb. şekilde duyurular yapılırmış.

Bayramlarda 250-300 kişinin toplandığı harman yerlerinde yapılan güreşler ise daha şenlikli olurmuş. Davul zurna eşliğinde yapılan bu güreşlere katılmak için davet gerekmezmiş. Onların çaldığı güreş havasını duyan gençlerden kendine güvenenler hemen hazırlanır, yola koyulurmuş. Derleme için gittiğim köylerdeki kaynak kişilerden biri kendisinin bu sesi duyunca Kandıra Sepetçi köyünden yola çıktığını, Elmacık köyünden aynı amaçla çıkan başka bir gençle karşılaşıp beraber gittiklerini ve başaltı güreşlerinde herkesi yenerek finalde birbiriyle güreştiklerini anlatmıştı. Tabii kendisinin kazandığını ve mükâfat olarak ortaya konan koçu aldığını da ekleyerek. Bu güreşlerde bazen de bir çalıya para kesesi, havlu vb. şeylerin bağlandığını, kazanan pehlivanın bu çalıyı hak ettiğini de söyleyenler de var.

Düğünlerde sadece güreş değil, çeşitli yarışlar da yapılırmış. İnsanlar birbiriyle yarışır, hayvanlar ve hayvan arabaları yarıştırılırmış. Mandaların yarışmasına “dombay çatması” denirmiş. Bir kaynak kişim bazı insanların sırf bu çatmalarda yarıştırmak için özel olarak dombay (manda) yetiştirdiğini söylemişti.

Köyden köye gidenler sadece güreş heveslileri değilmiş. Bir köyde sünnet varsa sünnet sahibi sadece kendi çocuğunu değil, kendi köyünden ve hattâ kilometrelerce uzak köylerden isteyen kişilerin çocuklarını da sünnet ettirirmiş. Derlemelerde Kandıra Sepetçi Sakallar köyünden Akçekese köyüne, Karakiraz köyünden Yahyalar köyüne çocuklarını götürdüğünü söyleyen kaynak kişiler olmuştu.

Ben bunların hiçbirine yetişemedim ama köyden köye gezen seyyar berberlere yetiştim. Köylerde sabit bir berber dükkânı yoktu tabii. Berberliği meslek edinen bazı kişiler kendi köyündeki insanlarla yetinmez, belirli günlerde köy köy gezerek bu ihtiyacı olan kişileri traş ederlerdi. Bunların bazıları berberliği kendi işlerinin yanında ek iş olarak yapar, bazıları ise sadece berberlikle geçinirdi. Hatırladığım kadarıyla yaptıkları işin karşılığını anlık ve para olarak değil, harman sonlarında zahire olarak alırlardı.

Zaman tünelinde Kandıra yollarında yürümeye devam edeceğiz…   

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir