BEDEL-Yasemin YETKİN

Kamyon işçi alımı için cuma günü gelecekmiş. Belediyeden öyle anons edildi bu sabah.

Hazırlanmak gerek. Mevsimlik işçiyiz biz. Her yaz başında Yozgat’a gönüllü göçeriz. Burçak biçmeye…

Ali’yle ben. Biz ve bizim gibi kaybedecek bir şeyi olmayanlar. Kamyon kasalarına doluşturulur, insan olduğumuzu unutur, üç dört ay yerimizden yurdumuzdan uzakta geride bıraktığımız her şeye özlem duyarak didinir dururuz. Zordur burçak yolmak. Güneş tepende, tırpan elinde. Eğil-doğrul. Eğil-doğrul. Yattığın döşekler de almaz ağrılarını. Serttir, sanırsın taş.

Emeğine önce sorumlu kahya sonra tarla sahibi konar. Elin mahkum sen didin dur.

Bu yaz Selim de bizimle. Selim, daha bebe. Kundakta, üç aylık. Kaç yıldan sonra bulduğum, gece gözlü Selim’im. “Sen gelmesen mi Suna?” der Alim. Kıyamaz Selime, bana.

Bu bebeyle oralarda çok zor elbet bilirim. “Gelmesem kışın ne yiyeceğiz Alim?” der boynumu bükerim.

Kış çetin zor geçer bizim oralarda. Hem Selim beslenmeli, büyümeli.

Kamyon gelene dek düşündük. Selim’i ninesine bıraksam… Daha memede. Ucunda karın doyurmak olmasa ne işimiz var taa Yozgat’ta burçak tarlasında.

Bu kez yola düşmeler gönüllü değil. Hiç değil. Bir savrulmaydı bizimki. Oradan oraya… Bir kamyon kasasında, balık istifi gibi üst üste.

Mevsimlik işçi adımız. Öyle adam yerine koymaya gerek yok. Mevsimlik zaten, iş bitince gidecekler. İş bitsin yeter ki…

Akşama yakın vardık Yozgat’a. Alim, Selim ve ben. Tarlanın bir ucunda işçiler için kurulu barakadayız şimdi. Allah’tan bu yıl baraka yapmışlar. Selim’imin şansına. Elimde çantam, bağrımda kolanla (çarpana) bağlı Selim. Yanımda Ali. Elinde torbası. İçi boş denecek kadar dolu. Öylesine bir iki mintan, iki üç yemeni, bir fistan…

Kamyon kasasında sallanmaktan çok yorulduk. Yokluğun gözü çıksın. Zaruret olmasa ne işimiz var burada. Bugün her günkünden sıcak. Güneş tam tepemizde. Baraka tarlanın öbür ucunda. Selim için git gel zor oluyor. Aklım kalıyor, gözümden ıratmak istemiyorum. Hem yanağı ateş gibi. Kolunu böcek ısırmış, kıpkırmızı. Kıyamıyorum.

Alim çalılardan gölgelik yaptı, gerdiği çarşafın gücü güneşe yetmiyor. Sanki bizimle inatlaşıyor güneş. Ter alnımdan boynumdan memelerimin ucundan akıyor. Sütümle de Selim’ime. Emek içiyor, alınteri yudumluyor. Büyüyecek. İyi insan olacak, emeğinin karşılığını verecek çalışana. Fazlasıyla…

Burçak mı beni yoluyor ben mi burçağı? Parmaklarım su topladı. Alim bu yıl kıdemli. Traktörle burçak taşıyor. Selim ağlıyor, sıcaktan bunaldı. Az ilerde bir küçük ağaç var tarla bitimine yakın. Kör su kanalının hemen yanında. Orası Selim’e iyi gelir. Kimselere bir şey demeden koşuyorum.

Dayı başı, “İşi bırakıp nereye?” diye bağırsa da bir koşu gidip Selim’ime yer yapıyorum. O kanaldan soğuk su aksa ne güzel olurdu. Sokardık ayaklarımızı buz gibi suya; ama geldik geleli kupkuru. Körelip kalmış besbelli. Bir işe yarasın.

Sıcak sürüyor. Kanalın betonu buz gibi, ağacın gölgesi betonun üzerinde. Aklım Selim de. Şu çarşafı üç dört kat ettim mi, beşik gibi oldu bak. Selim’im uyuyor, Dudağının kenarı süt bulaşığı. Uyu kuzum, gün tepeyi aşınca barakadayız. Uyu… Az kaldı akşama. Uyanma emi.

* Kamyon kasasındalar. Yine üst üste. Geldikleri gibi sahipsiz, değersiz. Selim artık yok. Onlar, bir yokluktan başka yokluğa yol alıyorlar. Dönüş göçü başladı. Umutları parça parça, elleri boş. Ali’nin başı yerde. Kapkara…

Güneşten kararmış yüzüne kararmış bir de gönül katmış. Suna, elleri koynunda. Küçülmüş. Kurumuş. Yok gibi. Memelerinden akan süt elbisesinin dışına taşmış. Gözlerinde fer kalmamış.

O gün kanala su verileceğini nereden bilsin. On gündür akmayan kanal…Gölge demiş, ot-çöp demiş. Selim, rahat etsin istemiş. Köpürerek gelen suyun el kadar bebeyi alıp gideceğini bilememiş. Günlerdir akmayan kanalı kör sanmış. Burçaklar yırtsa da bacaklarını, kanal boyu koşsa da yetişememiş. Su sırası varmış. On günde bir gelirmiş, keşke yatırmadan dayı başına sorsaymış…mış mışlar boşuna. Selim artık yok…

Kamyon yol alıyor. Ali öfkeli, Ali ‘nin yüreği yangın yeri. Dişlerini sıkıyor. Avurtları kanıyor. Öfkesi hayata… Yaşamak için bedel ödemek gerekse Selim’i de verdik yetmez mi?.. diye haykırmak istiyor.

Yasemin Yetkin (Mor Konağın Beyaz Kapısı kitabında yayımlanmıştır.)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir