CEVRİYE
Cevriye ve ben. Farklı şehirlerden, kültürlerden gelmiş biz iki kadın, yan yana iki odadayız. O, bu yolda bana göre daha kıdemli, bir o kadar da çileli. Son şansı yakalayanlardan. Gülünce umut çiçekleri gelip gamzesinde açıyor. Kolları boğum boğum. Kulaklarındaki iki koca altın küpe. Sanki Cevriye’nin konuşmasını bekliyorlar rezonansa girmek için. O, şiveli konuşuyor, küpeler bir oyana bir bu yana sallanıyor.
Üç gündür bu hastanede yatıyorum. Benim çarpıntılarım oluyor ara sıra. Doğum yakın olduğu için kontrolde tutulmama karar veriyor doktor. Bebeğimi kucağıma alacağım anı heyecanla bekliyorum.
Cevriye’nin yolu sıkıntı verici, zor… Öyküsü uzun… On gündür burada yatıyormuş. Oldukça kilolu, bebek de kiloluymuş. Her an sezaryene alabilirlermiş…
Koridorda terlik pıtırtıları var, Cevriye geliyor. Önce kocaman karnı giriyor odaya, ardından gülerek başını uzatıyor. Komik görünüyor.
“Gelsene!“ Diyorum. Çocuk gibi sevinerek giriyor.
“Darlandım da ablam… İyi ki varsın. Beni sen anlıyon. Gidip ablamın yanında azıcık oturam, dedim de…“ Refakatçi koltuğunu dolduruyor. Aslında yaşı benden küçük. Eğitimime saygı duyduğundan “ablam“ diyor.
On üç yaşında evlendirilmiş. Kocası da on beş … Ondan söz ederken hep Halil’im diyor. “O çocuk, ben çocuk… Büyükler evlenmemizi uygun görmüşlerdi. Ses edemezdik, razı olduk. Beraber büyüyelim, dedik. Dedik de olmadı.“
“Neden?“ Diyorum, merakla.
“Çocuk bekliyorlar bizden… Hemen. Çocuğun çocuğu olur mu ablam?”“Olmaz.“ Diyorum.
“Olmadı işte. Baba evine de dönülmez.“
“O niye?“
Kara gözleri nemli, gözüme bakıyor. “ Gelinlikle girdiğim evden kefenle çıkmalıymışım. “ Evden yolcu ederken öyle dedi babam. Öte tarafta da adam yerine konmak yok. Adım kısır geline çıktı. Yemeğe koş… Temizliğe koş… Elti çocuklarının bezlerini yıka, “Hadi bakalım kısır gelin!“ Bu arada yıllar geçiyo, bebe dersen yok, baskı desen çok! Halil’ime de yeniden evlen diyolar, yoksa soyun kuruyacak. Direniyo garibim….Köy kahvesinde adam yerine konmuyo, boynu bükük… Başı eğik dolanıyo. Onun da adı artık zürriyetsiz…”
İçim acıyor. O, durmadan anlatıyor. Ben gözlerine bakamıyorum. “Söylenenlere dayanamıyo. Bozdurup altınlarımızı asker arkadaşının yardımıyla burayı buluyoz. Gizli gizli geliyoz hastaneye. Tüp bebek deniyolar. Bi seferinde döl tutuyom, gebe kalıyom. Kimselere diyemiyom, tüpte bebek mi olur derler, karnım iyice şişince deyiverecez Halil’imle.” “Sonra?…“ Diyorum. “Kısır gelin koş oraya koş buraya…Artık canım yanmıyor bu sözlere, koşuşturuyom. Nasıl olsa bebem doğacak. Öyle sanıyom. Yatıp dinlenmem gerekmiş. Rahimim inceymiş. Kim nazlıyacak beni. Bir gece kanamam oluyo, çok korkuyom, bebem düşüyo…Acımıza yanamıyoz. Hastaneye gelişimiz duyuluyo, duyulmayan ne var ki bu dünyada?…” Kıyamet kopuyo.” Gülüyor. “Kovuluyoz. Çıkıp geliyoz köyden. Ben oya yapıyom, örgü örüyom, Halil’im fabrikada çırpınıyo… Biliyon mu ablam bu son tüp bebek denemesiydi. Çok dikkat ettik, nefes almaya bile korktum, bu günü bulduk işte…Amann, senin de içini şişirdim ablam..”
Durup soluklanıyor, içinin hüznü gözlerinden geçip gamzelerine çörekleniyor. “Canımı yaka yaka geçen on üç yıl, işte. “ Üzerine basa basa “on-üç“ diyor. Bütün yaşadıkları bu on üçten anlaşılsın istiyor.
Gözlerine bakınca derinlerdeki endişeyi, korkuyu görüyorum. Bir çocuğu olacağına hâlâ sevinemiyor gibi…
Onu anlıyorum.“Sanki, kadınlığı annelikle birleştirme arzularından bıktım. Ağzı torba gibi bir türlü büzülmeyen elalemin her şeyi bilmesinden, akıl vermesinden bıktım…” Demek istiyor. Haklıydı. Neden her kadının anne olmak gibi bir. derdi vardı? Şart mıydı? Dünyada yapılması gereken başka işler, çözülmesi gereken başka dertler yok muydu? Neden bu dert sadece kadınlardaydı? Kafamda kayışı kopmuş sorular…
“Cevriye!” Diyorum,” Boş ver onları. Ad düşündün mü bebeğe?”
“Düşünmedim ablam… Kız mı, erkek mi bilmiyom. Hem adını bize koy durmazlar ki…“
“Ada ne karışacaklar? Kovdular ya sizi. Tüm sıkıntıları çeken sensin. Baksana şu halimize. Oturamıyoruz, yatamıyoruz, kucağımızda birer pilates topu… Ayaklarımız, ellerimiz şiş… Balon gibi.“
“Burnumuz da…“ Diyor. Baksana bizim köyün tepesi gibi…Birbirimize bakıp gülüyoruz. “Bebek erkek olursa bizi eve geri alacaklar.“ Sonra o, bir zaman susuyor… Ses etmeden bekliyorum.
“Aslında ben kız istiyom da kaderi bana benzer diye korkuyom. Köyde de oğlu olmayanı adamdan saymıyolar…“
“Ne varmış erkek çocukta? “
Toplumun kadına hep alttan alması gerektiğini öğütlemesi… Erkeğe tanınan uçsuz bucaksız özgürlük… Canımı yaksa da konuşmadan Cevriye’yi dinliyorum.
Erkek adamın erkek çocuğu olurmuş. Halil’ime öyle diyorlarmış, diye dert ediyor.
Uzattığım kurabiyenin ucundan ısırıyor. Halil’i merak ediyorum. “ O ne diyor?”
“ Susuyo garibim. Ne diyeceğini bilmiyo. Bir çocuğumuz olacak ya, daha ne isteyelim. Ömrümüzün on üç yılını yedik bu yolda. Kızı, erkeği mi olurmuş? Hepsi can işte…“
Kapı tıklıyor. Gelen hemşire sohbetimizi bölüyor. “Hadi bakalım hanımlar, yarın bebeklerinize kavuşacaksınız. Cevriye Özkan, yarın 9.00’da. Sizde 9:30’da sezaryene alınacaksınız.
Birbirimize bakıyoruz, ikimizde yıllarca bugünü beklemiştik. Daha önce hiç düşünmemiştim, kız mı erkek mi olsun bebeğim diye. Şimdi düşündüm de Cevriye’nin az önce söylediği noktadayım ben de.
“Kızı erkeği mi olur evladın? Hepsi can…“ Diye mırıldanıyorum. “Hepsi can be, Cevriye!..”
Gülümsüyor. Terliklerini pıtırdatarak dinlenmek için odadan çıkıyor. Sıkıntılı durumu yumuşatmak istiyorum.
“Dikkat et Cevriye, pilates topu patlamasın!”
“ Etmem mi, hem de nasıl dikkat ederim.” Diyor gülerek.
- İşlemler tamam. Ameliyat önlükleri üzerimizde. Yanyana sedyelerde asansör bekliyoruz. Elimi tutuyor. “ Şanslısın ilk önce sen alacaksın bebeğini kucağına.”, diye takılıyorum.
“Sonra da sen…“ Diyor. Vedalaşıyoruz.
Ameliyathane yazan kapıdan içeri girmeden önce elimi bırakıyor. “Dualarım senin için!… “Diye sesleniyorum, sedyenin tekerleri dönüyor, yollarımız ayrılıyor…
Ben… Ameliyathane kapısındaki ben. Sezaryenden korkuyorum. Korkularımı içime hapsedip kimseye belli etmiyor, bunca emekle gelinen yolun sonundaki mutluluğa odaklanmaya çalışıyorum. Bilmediğim bir rolü oynamak… Anne olmak… Az sonra o rol için sahneye çıkmaya hazırım, ameliyat masasına yatıyorum.
Gözlerimi açmak istiyorum. Göz kapaklarım isyanda didişiyoruz. Dilim dolanıyor. Algılamaya çalışıyorum, burası neresi?
Kıpırdayamıyorum, kollarım bacaklarım bağlı. Boğazımda bir gıcık, bitmiyor…
Devamlı tükürüyorum. Karnımda kocaman bir ağırlık. İncecik… Canımı yakan bir sızı…
“Kızın oldu!“ Diyen hemşirenin iri yeşil gözleri. Gözümden akan şükür gözyaşları…
Cevriye’nin sesini duyuyorum. Gamzelerini, hüzün çöreklenmiş gözlerindeki mutluluk pırıltılarını görmek istiyorum. Dönmeyi bırak kıpırdayamıyorum bile. Cehennem böyle bir yer olmalı.… Narkozun etkisi ile boğazımdan gelen tükürükten kurtulamıyorum.
Cevriye’nin sesi… “Bebeğimi görebilir miyim?“ Diyor çekinerek.
İnce bir o kadar da öfkeli bir ses, “Sen bebeğini görmeyi hak etmiyorsun.”
Zihnim bulanık, dilim uyuşuk… Cevriye’nin titreyen sesi,
“neden hemşire hanım?”
Sesteki öfke katlanmış.
“Bunca yıl bebek diye çırpınmışsın. Son şansın da, tüp bebekle bir kızın olmuş. Sen ayılırken, “Oğlan olsaydı keşke…“ Diyorsun. Kızlardan ne kötülük gördün?“
“Tövbee!..Öyle mi demişim? Nasıl derim?..Tövbe!… Dilim kurusun…Utandım bak şimdi.” Boğazımdaki gıcık konuşmama izin vermiyor.
Sen utanma Cevriye. Senin bilinç altına böyle işleyenler utansın. Hemşireye de kızamıyorum. Kız çocuğu olmanın kimbilir ne çok ezikliğini yaşattılar…Kız istemeyen anneye öfkeli…
Elalem utansın.
“İzmit Belediyesinin bastırdığı Mor Konağın Beyaz Kapısı adlı kadın öyküleri kitabındaki öyküm.
Yasemin Yetkin