Önce başlıktaki “lâkap” sözüyle başlayalım. Türkçe Sözlük’te kelime “lakap” biçiminde yazılıyor. (L ince okunur) notu ile birlikte. Doğru okunmasına yardımcı olmak için ben eskiden olduğu gibi “lâkap” şeklinde yazdım. Düzeltme işaretinin inceltme görevinde kullanılmaya devam edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Başımızdan şapkayı çıkartalı beri kelimeleri yanlış söyleyenler çoğaldı. Her on kişiden dokuzu ince l’li güzelim “lâzım” kelimesini kalın l ile “laazım” şeklinde telâffuz ediyor. Okumuşu okumamışı, hocası öğrencisi herkes inceliğini kaybetmiş vesselâm. Konumuz olan “lâkap” sözünde işimiz l’yi ince söylemekle de bitmiyor. Çoğu kişi ilk a’yı uzatarak kelimeyi “lââkap” biçiminde uzatarak söylüyor. Oysa doğrusu kısa a ile. Uzatmayalım…
Köylerimizde insanlar soyadlarıyla değil, ya mensup oldukları sülâle ile ya da lâkaplarıyla anılır eskiden beri. 1934 yılında çıkan soyadı kanunu öncesinden kalma bir alışkanlık. Ne yapsın insanlar? O dönemlerde köyler kalabalık. Şimdiki gibi üç beş hane değil. Aynı adı taşıyan çok insan var. Birbirinden ayırmak lâzım. Kandıra’nın Kocakaymaz köyünde aynı dönemde yaşayan Ali isimli altı farklı kişi yaşadığını duymuştum: Tomas Ali, Cıbır Ali, Dadik Ali, Gaabiş Ali, Adam Ali, Abbbas Ali. Böyle ayırmış insanlar onları birbirinden. Ancak bizim konumuz bugünküler değil, eskiler. Güncele girip kimseyi incitmemek lâzım. Ne de olsa lâkaplar insanların kendi seçimi değil. Başkalarının yakıştırması. O bakımdan insanlar bu lâkaplarla anılmaktan pek de hoşlanmıyor.
Ben en az elli yıl öncesinde, 1940-1970 arası yıllarda köylerimizde kullanılan bazı lâkapları dikkatinize sunacağım. Tamamı gerçek kişilerin lâkaplarını. O yıllarda yaşadıkları köyleriyle birlikte. Hiç birini tanımadığım, tanışmadığım, başkalarından duyduğum bu insanların hepsini rahmetle anarak:
Lâkaplar çoğunlukla insanların fizikî görünümleriyle ilgili. Kişinin herhangi bir, genellikle de dikkat çeken -çoğu zaman hiç kimsenin kendisinde bulunmasını istemediği- bir özelliği, ona lâkap olarak veriliyor. Haklı bir gerekçeyle. Çünkü aynı adlı diğer kişilerden ayırmak lâzım. Öyle olunca da çok ilgi çekici lâkaplar ortaya çıkıyor. Sözünü ettiğim yıllarda saçlarını kaybetmiş Davulköylü bir çete reisi Kel Mehmet, kafası biraz büyükçe olsa gerek ki Tekeşinlerköyünde bir başkası Gocakava Appas diye anılırmış. Aynı köyde ayağı aksayan bir ninemizden Topal Zeminecik, bacaklarının görünümünden dolayı bir başka büyüğümüzden İncebacak Zeynal diye söz edilirmiş.Biraz göbeklice olmalı ki Sepetçi köyü halkı bir amcamızı Gebeş Ismayıl, uzaktan bile seçilen bıyıklarından dolayı Sarışık köylüleri başka birini Gocabıyık Ali diye anarmış.Aynı kişi sarışın olmalı. Çünkü Sarı Ali diye de bilinirmiş. Tıpkı Davulköy halkının esmer bir köylülerini Gara Bayram diye andıkları gibi.Kandıra köylerinde cüsseli, iri yarı insanlar ile manen büyük görülen insanlar aynı lâkapla anılırmış. Pirahmetler köyünden Goca Hüsiin ve Ahmethacılar’dan Goca Mıstava, bunlardan sadece ikisi imiş.
Aksakal köyünde yine bir çete reisi “İpsiz”, Sakallar köyünde ise bir diğer kişi “Alacuulu” (Alaca Oğlu) lâkabıyla bilinirmiş. Tekeşinler köyünde vaktiyle yaşayan “Holoş Erecep”in bu unvanının ne mânâya geldiğini yeni öğrendim. “Ot” anlamına geliyormuş. Pek lâkap olacak bir kelime değil gibi. Onun yaşadığı köye yakın Saltıklar’da vaktiyle yaşayan bir büyüğümüze de (ince l ve kısa a ile) “Mâl_Asan” derlermiş. “Mâl Hasan”dan kısalma olsa gerek. Buradaki “mâl” sözü; “süren, sürülen anlamına gelen Farsça bir kelime.
Eskiden bilgisi, özelikle de dinî bilgisi diğer insanlardan biraz fazla olan yahut az da olsa bir din eğitimi almış olan kişilere “molla” lâkabı yakıştırılırmış. Karagöllü’de yaşayan Molla Āmet, bunlardan biriymiş. Bu lâkap bazen de isimden sonra gelirmiş. Saltıklarlı Eşiraf (Eşref) Molla, Akçaovalı Ürfet (Rıfat) Molla’da olduğu gibi. Bunların en ünlüsü de Kurtuluş Savaşımızın mahallî millî kahramanlarından Kaynarca Sarıköylü Halit Molla. Kendisi Halit Pelevan (Pehlivan) olarak da anılırmış.
Burada kadın büyüklerimize de bir paragraf açmak lâzım tabii. Eskiden beri büyüklerimden duyduğum, duyduğumda güldüğüm bir “Düdük Haçça” sözü vardır. Kadınlarımızın birbirine takılmak için kinayeli olarak sözlediği bir söz. Meğer Tekeşinler köyünde yaşamış gerçek bir kişi imiş: Düdük Hatice. Neden böyle bir lâkap takıldığını bilemiyorum. Belki her şeye hemen ağlayan biriydi.
Kandıra köylerinde kadınlar anılırken iki ifade kalıbı dikkatimi çekiyor. Bunlardan biri, bulundukları aile içindeki konumlarıyla ilgili. Yine Tekeşinler köyünde vaktiyle yaşamış olan Zemine Gelin, Çepiş Gelin ve Umani Gız gibi. Bir başka ifade biçimi ise kişinin adına +cik ekini getirmek. Alacalar köyünden Edacık, Tekeşinler köyünden Zeminecik’te olduğu gibi. Bazen bu ek erkek lâkaplarında da bulunuyor. Yine Tekeşinler köyünden bir büyüğümüzü adın hiç katmadan “Kısbacık” diye anarlarmış…
Köylerimizde bazen saygı bazen de gizli bir ötelemeye dayanan kinayeli bir kullanım da anılan kişinin adından sonra “Ağa” kelimesini getirmektir. Ancak tabii “” kısaltılmış biçimiyle. Emin olmamakla birlikte Sakallar köyünde yaşadığını zannettiğim Hâlim Â, Alacalar veya Tekeşinler köyünde yaşamış olan Ismayıl  , Halibrâm  (Halil İbrahim Ağa) ve İsmil Â, bunlardan birkaçı. Bu kişilerden bir büyük olarak saygıyla söz ediliyorsa bu defa aynı kelime “ağabey” anlamında “aga” biçiminde değişiyor. Sakallar’daki büyüklerden söz ederken Meemed Emin Aga, Mıstava (Mustafa) Aga ve Ferad (Ferhat) Aga ile Ağaçlı ya da Akçaovalı Ürfet Aga’da olduğu gibi.
Bütün bunların yanında insanlar mensup oldukları sülâleye atıfla da anılıyormuş eskiden. Sakallar köyünden Çakırların Ismayıl (İsmail) ile Karağacoğlu köyünden mi yoksa Tekkeli köyünden mi olduğunu tam tespit edemediğim Garavizlerin Emrullah bunlardan ikisi. Bu anma biçimi hâlâ devam ediyor. Öncekiler de. Ancak galiba bu sonuncusu gittikçe yaygınlaşırken insanların lâkap takılarak anılması azalıyor.
İhtiyaç olmaktan çıktığı için yavaş yavaş kullanımdan kalkan, hayatımızdan çekilen her şey gibi…