Kandıra’dan Anılar- Nurşen Yeniay

Kandıra’dan Güzel Anılar: Yüceste ve Yumni

Kandıra’da geçen çocukluk yıllarım, her hatırladığımda yüzümde bir tebessüm oluşturur. O kısa ama tatlı döneme dair anılarımın en güzel kısmını ise iki kardeş, Yüceste ve Yumni süsler. İlkokul arkadaşlarım olan bu iki sevimli çocuğu o kadar çok severdim ki, onları düşündükçe içim sıcacık olur.

Yüceste ve Yumni’nin bizim mahalleye yakın bir yerde oturduklarını hatırlıyorum, ama o günler biraz flu… Babaları mühendis, anneleri ise gerçekten çok zarif bir kadındı. Yumni, sarışın ve küçücük bir çocuktu. Ama bir o kadar da dağınıktı! Yakasının bir tarafı hep sökük olurdu, diğer tarafıyla idare ederdi. Çantasını görseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlardınız: Defterinin sadece kapağı ve birkaç sayfası kalmıştı; kurşun kalemi minicik, silgisi ise boynunda asılı ve yarısı kopmuş haldeydi. Ama tüm bunlara rağmen, Yumni’nin içindeki iyilik ve sıcaklık her şeyin üzerindeydi.

Yüceste ise Yumni’nin tam zıttıydı. Küçük, tatlı bir kızdı; kısacık siyah saçları ve kahkülleri vardı. Hep kabarık elbiseler giyerdi ve oldukça düzenliydi. Onunla saklambaç, tombik ve yakan top oynardık. Saklambaç oynarken ebe seçmek için söylediği tekerleme hâlâ aklımda: “Konko maniko, konko mani konko mani ibli dibli do.” Bir de “ebe kim” oyununda duvara dönüp sayarken şu sözleri söylerdi: “Endi türbe, doğu zurna, çal oyna, bebek oyna.” Bu sözlerin anlamını hiç bilmesem de oyunlarımızın eğlencesini artırırdı.

Sanırım aileleri geçici olarak Kandıra’ya gelmişti. Hafızam beni yanıltmıyorsa Ermeni asıllı Türk’tüler. Ne yazık ki Kandıra’da çok kısa kaldılar ve bir süre sonra taşındılar. Onları bir daha göremedim ama anılarımda hep yer ettiler.

Keşke bu çok şeker arkadaşlarla daha uzun yıllar geçirebilseydim. Çocukluk dostluklarının saflığı ve güzelliği bambaşkaydı. Yüceste ve Yumni’yi her hatırladığımda içimde tatlı bir nostalji rüzgârı eser. Kandıra’da geçen o güzel günler için ne kadar şükretsem azdır.

Sevgilerle,

Kandıra’dan Anılar ve Bir Dostluk Hikâyesi

Hayat, bazen unutulmaz anılarla dolu bir yolculuk sunar. Kandıra’da geçen gençlik günlerim, bu yolculuğun en renkli duraklarından biriydi. O dönemde tanıdığım insanların bazıları zamanla hayatımdan uzaklaştı, bazıları ise yıllar sonra yeniden karşıma çıktı. İşte bu yazı, Kandıra’nın çalışan kızlarından biri olan Nermin Özkula ile yaşadığımız güzel anılara dair.

Nermin, Tapu Kadastro’da çalışan, sarışın ve minyon tipli hoş bir kızdı. Nereli olduğunu hiçbir zaman öğrenemedim ama konuşkan ve sıcakkanlı tavırlarıyla herkesin sevgisini kazanmıştı. Benim siyah saçlarıma karşın onun uzun sarı saçlarına hep imrenirdim. Saçlarını özenle dalgalandırır, adeta bir dergi kapağından fırlamış gibi görünürdü. Arkadaş çevrelerimiz farklı olduğu için çok yakın bir ilişki kuramamıştık, ama çalışan kızlar olarak birbirimizi tanır ve uzaktan selamlaşırdık.

Bir gün babamın Kadastro’da işi olduğu için oraya gitmiştik. Nermin, babama çok yardımcı olmuş ve bana selam göndermişti. Babam, “Ne iyi kız Nermin Hanım, sen görüşüyor musun onunla?” diye sorduğunda, “Yok baba, uzaktan tanıyorum,” demiştim. Ancak bu küçük selamlaşma, aramızda bir bağ kurmamıza vesile oldu. Bir süre sonra Nermin beni doğum gününe davet etti. Kandıra’da doğum günleri oldukça özel kutlanırdı; o gün de öyle oldu. Çok hoş zaman geçirdik, sohbetler ettik. Ardından ben de onu kendi doğum günüme davet ettim. Bu karşılıklı davetler, aramızdaki samimiyeti artırdı.

Ne yazık ki Tapu Kadastro Kandıra’dan taşındı ve Nermin’le yollarımız ayrıldı. Uzunca bir süre ondan haber alamadım. Ancak yıllar sonra Facebook’ta karşıma çıktı. İzmir’de kardeşimle birlikte Kandıralılar günü düzenlediklerini öğrendim ve çok mutlu oldum. O günden beri ara ara mesajlaşıyor, birbirimize eski doğum günü fotoğrafları gönderiyoruz. Yıllar önce hayatınızda yer etmiş biriyle yeniden karşılaşmak, insana tarifsiz bir mutluluk veriyor.

Kandıra, anılarımda hep özel bir yere sahip olacak. Orada tanıştığım insanlar ve yaşadığım güzel anlar, hayatımın değerli parçalarından biri olarak kalacak. Nermin gibi dostluklar da bu anıları daha anlamlı kılıyor. Geçmişte kurulan bağların, yıllar sonra yeniden canlanması, hayatın sunduğu en güzel sürprizlerden biri değil mi?

Unutmayalım; bazen geçmişteki küçük bir selamlaşma bile gelecekte büyük bir dostluğa dönüşebilir. Kandıra’dan herkese sevgiler!

Kandıra’nın Esnafı ve Hatıralar

Kandıra, küçük bir ilçe olmasına rağmen, geçmişte sıcak insan ilişkileri ve samimi esnaf kültürüyle öne çıkmıştır. Bu yazıda, Kandıra’nın unutulmaz esnaflarından biri olan Fazlı Abi ve ailesine dair anılar üzerinden, dönemin sosyal yapısına ışık tutacağız.

Fazlı Abi, Kandıra’da fotoğrafçılık mesleğiyle tanınan, toplum tarafından sevilen bir kişiydi. Dükkanı, Edip Usta’nın hemen üst tarafında yer alıyordu. Çocukluğunda annesi tarafından süslenip fotoğraf çektirilmeye götürülen bir Kandıralının gözünden bakıldığında, Fazlı Abi’nin dükkanı sadece bir fotoğraf stüdyosu değil, aynı zamanda ilgi çekici bir vitrin ve sosyal bir buluşma noktasıydı. Özellikle vitrindeki akvaryum, Kandıra’nın o dönemki kültüründe farklı bir yere sahipti. Akvaryumda yer alan kırmızı, çizgili ve puanlı balıklar, çocukluk hayal gücünü besleyen detaylardı. Bu balıkların gerçek olmadığına inanmak ise o dönemin masumiyetini yansıtan bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.

Fazlı Abi’nin fotoğrafları, Kandıra halkının yaşamında önemli bir yere sahipti. Siyah-beyaz olarak çekilen bu fotoğraflar, özenle rötuşlanarak adeta birer sanat eserine dönüştürülüyordu. Bu fotoğraflar, ailelerin evlerinde en değerli köşelere asılıyor ve yıllarca saklanıyordu. Fazlı Abi’nin işine olan bağlılığı ve sanatsal yaklaşımı, onun mesleğine duyduğu saygıyı gösteriyordu.

Fazlı Abi’nin ailesi de Kandıra halkıyla güçlü bağlar kurmuştu. Eşi Gülser Abla, konuşkan ve samimi kişiliğiyle çevresinde sevilen bir figürdü. Anneler arasında popüler olan konken oyunlarında sıkça yer alması, onun sosyal yapısını destekleyen bir unsurdu. Gülser Abla’nın genç kızlara benzeyen ufak tefek yapısı ve sıcak tavırları, Kandıra’nın samimi atmosferine katkı sağlıyordu.

Fazlı Abi’nin kızı Sibel ise eğitim hayatında Bahattin’in öğrencisi olarak yer almıştı. Aile bireylerinin farklı alanlarda aktif rol alması, onların Kandıra toplumunda ne denli etkili olduğunu gösteriyordu. Aile, sadece esnaflıkla değil, aynı zamanda sosyal ilişkilerle de halkın gönlünde yer etmişti.

Sonuç olarak, Fazlı Abi ve ailesi, Kandıra’nın geçmişteki sıcak ve samimi esnaf kültürünü temsil eden önemli isimlerdendi. Onların mesleklerine olan bağlılıkları ve toplumsal ilişkilerdeki etkin rolleri, Kandıra’nın sosyal yapısına dair değerli bir hatıra olarak günümüzde de hatırlanmaktadır. Bu tür hikayeler, küçük bir ilçenin büyük değerlerini anlamak için önemli birer rehberdir.

Kandıra’dan Unutulmaz Anılar

Kandıra, çocukluğumun en güzel günlerini geçirdiğim, anılarla dolu bir yer. Her köşesinde ayrı bir hikaye, her insanında sıcak bir tebessüm saklı. Bu yazıda, Kandıra’daki ailemle ilgili unutulmaz anılarımı sizinle paylaşmak istiyorum.

Ali amcam, arka çarşıdaki küçücük ayakkabı tamirhanesiyle herkesin sevgisini kazanmış biriydi. Ayakkabılarımızı ona götürmekten hep çekinirdik çünkü bizden para almazdı. Annemler de bu konuda bizi sıkı sıkı tembihlemişti. Ancak bu durum, onun gönül zenginliğini daha da gözler önüne sererdi.

Amcamların evinde geçirdiğim akşamlar ise ayrı bir güzellikteydi. İki kızı, Güler ve Yüksel ablalarım, kasnakta Kandıra işleri yapardı. Onlardan öğrenmek istesem de bir türlü beceremezdim. Onlar da bu durum karşısında gülümseyerek beni daha da cesaretlendirmeye çalışırlardı. Ramazan akşamlarında el işlerini bırakıp oruçlarını açmaya gelmeleri ve ardından yaptığımız sohbetler, içimi sıcacık bir huzurla doldururdu.

Emine yengem ise tam anlamıyla dünya iyisi bir insandı. Sessiz, sakin ve hep anlayışlıydı. Onunla konuşurken kendimi daima özel hissederdim. Ailemiz, zamanla daha da büyüdü. Yüksel ablam bir hava astsubayıyla evlendi; eniştemiz ailemizin gözbebeği oldu. Güler ablam ise iç güveyi aldı; düğünleri çok eğlenceli geçmişti. Her iki ablamın çocukları da dünya tatlısıydı; onların gülüşleriyle evlerimiz şenlenirdi.

Ne yazık ki hayatın getirdiği acılar da vardı. Emine yengem bir trafik kazasında, Ali amcam ise böbrek yetmezliği sebebiyle aramızdan ayrıldı. Onların yokluğu ailemizde derin bir boşluk bıraktı; ancak güzel anıları her zaman kalbimizde yaşamaya devam ediyor.

Ali amcamla ilgili unutamadığım bir anımı paylaşmadan geçemeyeceğim. Bir gece balkondaki rengarenk karanfillerden bir demet yapıp eve kaçırmıştım. Birkaç gün sonra tamirhanenin önünden geçerken amcam beni çağırdı ve elimi tutarak, “Biri balkondaki karanfilleri yolmuş, bu sen misin acaba?” diye sordu. Çocukluğun verdiği cesaretle inkâr ettim; ama onun beni gördüğünden emindim. Yine de mesele böylece kapanmıştı ve bu küçük anı, onun şefkat dolu yaklaşımını bir kez daha hatırlatmıştı.

Kandıra’dan geriye kalan bu anılar, hayatımın en kıymetli parçaları arasında yer alıyor. Her biri bana aile bağlarının değerini, sevginin gücünü ve küçük mutlulukların önemini hatırlatıyor. Kandıra’nın samimi atmosferi ve sevdiklerimle geçen o günler, kalbimde hep özel bir yere sahip olacak.

Çocukluk Anıları: Gülten ve Silgi Macerası

Herkese merhaba! Bugün sizlerle çocukluk anılarımdan birini paylaşmak istiyorum. Hem komik hem de biraz ürkütücü bir hikâye. Aydınlık Mahallesi’nde geçen bu olay, kardeşim Gülten’in dört yaşlarında olduğu dönemde yaşandı. Ben o zamanlar ilkokula gidiyordum ve resim yapmaya bayılıyordum. O gün de yine masanın başına oturmuş, büyük bir hevesle çizimler yapıyordum. Gülten de yanımdaydı; ona da kağıt ve kalem verdim, o da bir şeyler karalıyordu.

Her şey gayet normal gidiyordu, ta ki Gülten’in sesi kesilene kadar. Bir anda baktım, kardeşim mosmor olmuş, nefes alamıyor! Ne olduğunu anlamadan çığlık çığlığa bağırmaya başladım. Annem ve komşumuz Şükran teyzenin annesi kapıda sohbet ediyordu; hemen panikle içeri koştular. Meğer Gülten, kalemin tepesindeki silgiyi burnuna sokmuş, üstelik tepeye kadar itmişti. Nefes delikleri tamamen tıkanmıştı.

Annemle teyze hemen müdahale etmeye çalıştı. Burnunu sıkarak silgiyi dışarı çıkarmaya uğraştılar ama nafile! Silgi yerinden kıpırdamıyordu. Durumu daha fazla zorlamamaya karar verdiler ve Gülten’i kucaklayıp koştura koştura Şükran teyzeye götürdüler. Ben ise evde korku ve merakla bekliyordum.

Sonunda geri döndüklerinde, Şükran teyze silgiyi cımbızla çıkarmayı başarmıştı. Gülten eve gelirken ağlıyordu; belli ki çok korkmuştu. O gün hepimiz için unutulmaz bir anı oldu. Şimdi geriye dönüp düşündüğümde, hastaneye gitmek yerine bu kadar ilkel yöntemlere başvurmuş olmamız bana çok garip geliyor. Neyse ki olay kazasız belasız atlatıldı.

Çocukluk işte… Hem masum hem de bazen tehlikeli anılarla dolu. Bu hikâye ne zaman aklıma gelse hem gülüyorum hem de “Ah, o günler!” diyorum. Umarım siz de okurken biraz nostalji yaşamışsınızdır.

Kandıradan sevgilerle! 😊

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir