MELEK ABLA
Bir gün kafede uzun yıllar görmediğim ortaokul ve liseden sınıf arkadaşıma rastladım. Gazete sahibi olduğunu daha önce duymuştum. Ortak geçmişimizi beraber andıktan sonra ayrılmaya yakın bir teklif geldi. Ben sosyal hizmetler okumuştum, o basın yayın okumuştu.
Gazetesi için haftada bir ya da on günde bir yazı yazmamı istedi. Acaba kaldım önce. Sonradan da yazmayı istedi bir yanım. İlk yazımda Melike’yi yazmalıydım. Yirmi birine yeni girmiş, gözleri ışıl ışıl canlı, sevimli mi sevimli bir kız var karşımda. Elinde KPSS puan kartı ve göreve başlama yazısıyla geldi makam odama.
Üç yıl evlilikten sonra boşandığını söyleyince gözlerime, duyduğuma inanamadım. Çocuk veremediği için oğlunun başka birisiyle evlenmesi gerekiyormuş. Öyle demiş kayınvalidesi. Hem de erkek olacakmış çocuğu.
Üç yıl olmuş evleneli, bu ne acele? Belki olacak çocukları… Biz kadınlar kuluçka makinesi miyiz? Hem ne malum erkekten dolayı olmadığı?
Yoksulluktan okutamadığı için babası on sekiz yaşında kısmeti çıktı diye evlendirmiş çocuğu. Fikrini soran yok. Hayattan beklentilerini dikkate alan yok. Hem kısmeti çıkmak ne demek? Biz kadınları erkekler isteyince kısmeti çıktı oluyor. Erkek kısmetini beklemiyor mu? Saçma…
Tüm yaşadıklarına karşın, kendinden emin, güleryüzlü, güvenli duruşuyla güzel bir kız vardı karşımda. Üç yıllık evliliğinde kayınvalidesinin, görümcelerinin yaptıklarını, yaşattıklarını anlatınca hiç evlilik yapmadığıma sevinmedim desem yalan olur. Çocuk Esirgeme Kurumu’na müdür olarak atandıktan sonra gördüğüm parçalanmış ailelerden ortada kalan çocuklar ve Melike’nin anlattıkları bu sevincimi daha da katladı.
Melike geldiği gün işe başlama işlemlerini yaptık. İzin isteyip istemediğini sordum. “Yarın gelir başlarım” diyerek gitti. Böyle sevgi dolu, işine aşık bir çalışan görmedim. Kurumumuza bir güneş gibi geldi. Işığını, sıcaklığını her yere, herkese saçarak devam ediyor. Bir insan kaç parçaya bölünebilir? Kaç kimsesize yardım edebilir? Yardım meleği gibi her çocuğa yetişmeye çalışıyor. Birgün akşam geceye evrilirken alışılmış denetim için evden kuruma geldim. Yatakhaneleri gezerken, bir çocuğun başında Melike’yi gördüm.
Kıskançlıktan karısını öldürüp sonra da intihar eden bir anne babadan gelen dört yaşındaki Ali. Melike Ali’nin göz damlalarını damlatıyordu. Kimsesizdi Ali. Ağlamaktan gözlerinin yaşı kuruduğu için iki saatte bir göz damlası damlatmak gerekiyordu. Melike eve gitmemiş, gece onun için kalmıştı. Bunu çok kez başka çocuklar için yaptığını da gördüm.
Sonraki yıllarda evliliği düşünmemiş, hep kurumda kalmaya başlamıştı. Sabahları okula gidenleri çiçek gibi giydiriyor; güler yüzle, zihin açıklığı dileyerek yolcu ediyordu.
Yıllar yılları kovaladı. Altmış beş yaşında emekli oldum. Evim yakındı, sık sık kurumu ziyaret eder; personele, yeni müdüreye yardımcı olurdum. Melike’nin adı artık Melek’ti. O, tüm çocukların Melek Abla’sı olmuştu.
Kimsesizlerin Melek Abla’sı… Okyanuslar gibi geniş yüreğinden öper, kucaklarım seni. İyi ki varsın. İyi ki Melikeler var.