Bu fotoğrafı bu yaz Sarısu’dan kıymetli dostum Alpaslan çekip göndermişti. Arkadaki güzel insan da teyze kızım Nurten Ablam
ANNEME İTHAFEN;
Zafer Okulun arkası harmanlardır. Eğer 90 yıllarda çocuksanız, okulun arkasındaki yeşil alanlarda top oynamak için annenizin pasaport kontrolünden geçmeniz, en az üç saatlik vize almanız şarttır. Aksi halde okulun bahçesi, gidebileceğiniz en uzak nokta olur. Zafer Okulunun önünde iki büyük akasya ağacı karşılar öğrencileri, altından geçen çocukların başını okşar adeta ve iyi dersler der gibi sallanır dalları.
Sonra okulun önünden iki yol gider Belediyenin önüne… Biri Gülay Teyzenin evinin önünden Tekke Meydanına doğru dümdüz gider. Fotoğrafçı Mustafa Amca, sınıf arkadaşım Bulut Küçükcici, Mahmut Yurdabayrak, Yiğit Yılmaz, Altan Başol, Cihan Ayaz, Adem Bayrak, Cihan Ecer, Murat Şanlı bu cadde üzerinden ya da bu caddeye bağlanan sokaklarda yaşarlardı. Tekke Meydanı Anadolu Lisesi’ni kazandıktan sonra kendi kendime gidebileceğim uzun mesafe bir yolculuk olabilmişti. Annem müthiş bir güce sahipti üzerimde, halen de öyledir o başka. Bu his aslında bir kuvvetten almaz gücünü, benim anneme olan bağlılığım ve itaatkâr oluşum annemin sonsuz özverisinden gelir. Bizim evin bahçe kapısı ile evin kapısı arasında 30 metre vardı. Bahçe kapısından da sokağın caddeye açılacağı mesafe de bir o kadardı. Annem tüm öğrencilik hayatım boyunca ben caddede gözden kayboluncaya kadar bahçe kapısında bekler, dua ederdi arkamdan. Belki inanmayacaksınız ama bu üniversiteye giderken de her Cuma akşamı bavulumu aldığımda böyle oldu. Annem kuzusu muydum ? Bilmem belki de öyleydim. Şimdi dönüp bakın ardınıza anneniz yanınızda olsa kuzusu olmak istemez misiniz! Arada dönüp geleceğim anneme…
Kaymak Sokak Zafer Okulundan Rıfat Okan abinin babası, sınıf arkadaşım Pelin’in dedesi Alaattin Okan amcanın bakkalına doğru dikleşen bir yokuş ile farklı bir noktadan Belediyenin önüne bağlanırdı. Genelde Tekke Meydanı tarafından çarşıya gidilir, üst baştan çarşıya girilir alınacaklar alınır, Alaattin Amca’nın tarafından eve dönülürdü. Mevsimlerden kışsa inanılmaz bir odun kokusu sarardı havayı, kışın akşam üzeri kargalar sürü halinde gökyüzünü kaplardı. Ne çok karga vardı değil mi?
Haliyle bizim evde de soba ile ısınılırdı. Annem odunluktan üst katın balkonundaki ahşap hasırın içine doldururdu odunları.
Bahçede balkonun hemen altında ortancalar vardı. Nedendir ben pek sevmem ortancaları, sanırım büyük yaprakları topumu bulmamı engelliyordu. Böyle bir çocukça gerekçem var sanırım. Bahçede iki tane erik ağacı, bir dut, bir incir, bir ayva, bir töngel ağacı vardı. Annem bahçeye yeşillik ekerdi. Öyle her ihtiyacın marketten alınmadığı yıllardı kısacası… Ha sorsanız market var mıydı acaba? Birkaç küçük mahalle bakkalı hepsi bu. Henüz 21 yy emperyal zincir hükümdarlıkları egemenliklerini ilan etmemiş, sınırların kalkmasına az zaman vardı ama televizyon hala iki kanallı idi ve gününüzü esir almıyordu, yaşam daha çok size aitti, zamanı siz yönetiyordunuz. Tüketmek ihtiyaç ile orantılı bir eylemdi. Ben bizim evde hiçbir şeyin israf edildiğini görmedim örneğin. Tabakta yemek bırakmak günah olarak öğretiliyor, son lokmanın arkamdan ağlayacağı söyleniyordu. Bugün göbekli oluşumda sosyolojik anlamda mutlaka böyle bir ardıl neden vardır. Unutmayın bilinçaltı kadar derin bir delhiz, karanlık bir çukur, güç bir güdü yaratılmamıştır. Tüm toplumsal tercihlerin mutlaka ekonomik nedenleri vardır. Anne baba telkinlerindeki gerekçede böyle derin gizde saklıdır.
Neyse dağıldım yine… Dönelim anneme; Annem okul, okumak gibi son derece yüksek bir hassasiyete sahipti. Sanki okul onun çok küçük yaşta kaybettiği bez bir bebekti. Hani sadece bir tane olan ve hazin bir kazada parçalanan ve travması ömür boyu yaşanan var ya ondan işte…
Diyebilir ki, benim akademik olarak elde ettiğim tüm neticelerden, öğretmenlerimden duyduğum her güzel sözden benden çok mutlu olan annemdi. Kardeşim Nagihan ile benim eğitim hayatımız boyunca en az bizim kadar okuyan, belki bizden fazla diploması olan annemdi. Annem iki kere Kandıra Anadolu Lisesi, iki kere hukuk fakültesi bitirmiştir. Biz tüm ezberleri, çalışmaları anlatmak için onu seçerdik. Sabırla dinlerdi bizi. Sorsanız size “hukuka yönelik sosyolojik ilginin dönüşüm seyrinin temel dönemeçlerini ya da buna benzer üzerli makarna yapmanın tüm inceliklerini” tek tek anlatır… Sakına üzer nedir diye sormayın annem şimdi Sarısu’dadır. Giderseniz ikram eder. Sormadan tadın. Bu açıklanamayacak kadar başka, gösterilemeyecek kadar uzak ve dilinizin ucuna değmeden anlayamayacağınız kadar tarifsiz bir tattır.
Annem Kızılcapınar ilkokula gitmiş. Orta okul zamanı geldiğinde rahmetli Dedem Kemal Dönmez ( ayrı bir yazıyı hak edecek kadar sevgi vermiştir bana-Rabbim rahmeti ile muamele eylesin) kızlar eve, okul yok demiş. Tarihi bir hata ama olmuş işte. Söylenene göre öğretmeni de annemi çok severmiş. İlçeye giden kızlardan ikisi hemşire olmuş annemi babama vermişler ben olmuşum. Bu yüzden annem hep hemşire olacaktım ben de der. İşte bu nedenle biz okumak zorundaydık. Annem için bunu yapmalıydık. Yoksa annem hemşire olamayacaktı… Ve bu yaşadığı müddetçe içinde uhde kalacaktı.
Şimdi annemi bir görseniz, Çapa Tıpı iki kez, Boğaziçi İnşaatı dört kez bitirmiş kadar mutlu. Bir sanat tarihçisi kadar entelektüel, psikoloji mezunu kadar hassas, farklı bir şehirde, bir metropolde hayatı tecrübe etmiş kadar öz güveni yüksek…
Annem sabah ezanı ile kalkardı. Önce okula uğurlamadan benimle, sonra işe giderken babamla kahvaltı yapardı. Amacı evden herkesi mutlu yolcu etmekti. Ben 37 yaşındayım çok mutlu bir çocukluk geçirdim desem haksızlık etmiş olurum. Ben dünyanın en mutlu çocuğuydum.
Yine uzattık. Konuyu kendime bağlayayım. Annemin kulaklarıma taktığı kendinizi soğan sarımsak sanmayın şeklinde ki en modern küpelerden birini takmaya çalışıyorum. Neden böyle dedim. Benim sahip olduğum imkanlara Anadolu’nun ücra köşesindeki bir çocuk sahip olsaydı mutlaka başka bir hayat yaşıyor olurdu. Öyle bir toprağımız vardı ki, ne ekseniz zaten olacaktı.
Bu yazıdan şöyle bir sonuç sakına çıkarmayın, ben, istenilen hayatı da yaşamadım. Ben kendi hayatımı çizdim. Annem ne kadar otoriter olsa da müthiş bir şekilde özgürlükçüydü. Benim bir rüzgara ihtiyacım vardı annem bana sıcak bir meltem, sert bir fora, bazen de pamuk bir el oldu…
Son söz niyetine; her zaman ve inatla sevgi, saygı ve cumhuriyetle kalın.