Eskiler “Herkesin maksûdu bir ammâ rivayet muhtelif” demiş. Kastedilen, söylenmek istenen aynı ama söyleniş şekli muhtelif yani çeşitli. Kelimelerimizin Kandıra ağzındaki bilinmeyen ya da çok az bilinen anlamlarına dikkat çekmeyi amaçladığım yazıların ilkinde isimlerden söz etmiştim. Bugün de bildiğimiz fiillerin köylerimizdeki bilinmeyen, ilgi çekici anlamlarına değineceğim:
Bu fiillerden biri “barınmak”. Genel dilde “bir yerde sürekli yaşamak” çağrışımı yapıyor. İlk anda akla gelen anlam bu. Kandıra köylerinde bu fiil “biri veya birileriyle barışık yaşayabilmek, uyumlu olmak” demektir. Kocakaymaz köyünde kendi kökenlerini anlatan rahmetli bir büyüğüm, “Bu toprak bize… Orda Ortasya’da harb oomuş, barınamamışlaa. Bi gölden barınamamışlaa. Orda millet mil atiya. Orda barınamiya; aksılık ordan başliiya” ifadelerini kullanmıştı. Köylerimizde günlük konuşmada “Çok aksıdır o; kimseyle barınamaz!” tarzında ifadeleri çok duyarız biz…
“Bürünmek” deyince “bir örtüyü yüzüne veya vücuduna sarmak” yahut “yorgan vb. şeylerin içine iyice -dışarıdan hiç görünmeyecek şekilde- girmek” anlaşılır. Bu anlam bizde de var. Bizde fazlası da var. Bu fiil hava, gökyüzü ve bulutlar için de kullanılıyor. Mecazen tabii. Bulutlar iyice kararıp şiddetli yağış beklentisinin arttığı, gündüzün adeta geceye dönüştüğü durumları anlatmak için. Birileri açık alanda ise böyle durumlarda “Hava iyice büründü. Çok yağacak. Haydi kaçalım” derdi. Bir de etrafın tamamen karla kaplandığını anlatmada kullanılırdı bu fiil. Karaağaçoğlu köyünde de bir başka büyüğüm çocukluğunda koyun güttüğü (otlattığı) zamanları anlatırken “Bi gar yaadı emme bihamnanıng içinde (çabucak) dize çıktı. Her taraf büründü. Naayeti efendime süülim goynarı (koyunları) gaybettim ben. İzlee kapandı” demişti.
Önceleri büyüklerimden duyduğum “Ayşe ediverdi, şöyle şöyle olmuş.”, “Fatma ediverdi, böyle böyle olmuş” gibi sözler hiç dikkatimi çekmezdi. Buradaki fiilin “anlatmak” anlamında kullanıldığı belli olsa da onu bildiğimiz “etmek” fiiliyle ilişkili olarak algılardım. Mesleğim gereği Türkçenin tarihî ve çağdaş şiveleriyle uğraşmaya başladığımda bu fiilin aslında Türkçenin “söylemek” anlamındaki en eski ve yaygın kelimelerinden “eyitmek” fiili olduğunu fark ederek şaşırdım. Bu fiil bizde kendi başına çekimli fiil olarak kullanılmıyor. Ancak Kandıralı teyzelerimizin, gocanalarımızın ağzındaki “edivermek” fiili belli ki “anlatıvermek” anlamındaki “eyitivermek” birleşik fiilinden kısalmış. Karakiraz köyündeki bir büyük teyzem “Ondan banga edivelleedi işde” demişti kendisiyle sohbet ederken. “Ondan bana anlatıverirlerdi işte” mealinde. Onun sözlerinde olduğu gibi. Yöresel konuşmalarımızda, Anadolu ve Rumeli ağızlarında Türkçenin bunun gibi daha pek çok eski ifade ya da bizden uzaklarda yaşayan kardeşlerimizin dilinde canlı olarak yaşayan söz var…
Yukarıdakine benzer bir kelime de “satmak” fiili. Genel anlamı belli. İzaha gerek yok. Ancak bu fiil bizim köylerimizde “söylemek, anlatmak, hikâye etmek” anlamlarına da geliyor. Özellikle sözlü kültür ürünlerinden bahsederken. Bazen “bilmece sormak” bazen de “masal anlatmak” anlamlarında “masal satmak” ifadesi var Kandıra ağzında. Babaannem rahmetli bir gün bana birilerinden söz ederken “Bize bi yol masal satıyodulaa” demişti söz gelimi. İlgi çekici…
“Garaz” kelimesi günlük dilimizde “garez” şeklinde de kullanılır. Çoğu zaman da “kin” sözüyle birlikte. “Birine karşı beslenen kötü duygu” anlamında. Bu isimle birleşik fiil türetilmemiştir. Ancak Kandıra köylerinde ondan türetilmiş bir “garez etmek” fiili var. Çoğunlukla çocuklar için kullanılıyor ama “kötülük yapmak” anlamında değil. “Yaramazlık yapmak” veya “istenmeyen bir davranışı büyüklerini sinirlendirmek için inadına ve sürekli yapmak” anlamında. Dolayısıyla garez edene çok kızılmaz, kin beslenmez; sadece geçici olarak hafifçe kızılırdı. Kandıra’da çocukluğunda köy odasında Kur’an-ı Kerim öğrenmeye gittiği zamanları anlatan bir gocanamız – Nur içinde yatsın- o günleri şöyle anlatmıştı: Sekilee oludu. Musaf gomak uçun. Onnarıng üsdüne gollaadı (koyarlardı). Hocalaa garez edeni sekiinen (seki ile) düveeleedi…
Bizimkilerin “gaakınmak” şeklinde telâffuz ettiği “kalkınmak” sözü genel Türkçede insanlar için kullanılmıyor. Ülkelerin gelişmesi anlamına geliyor. Ama bizim büyüklerimiz, evlerine gelen misafirlerde kalkma emaresi gördüklerinde onların bu hareketini ya da hareketlerini “kalkınma” sözüyle ifade ederlerdi. “Kalkıp gitme niyetini belli etmek, kalkmaya hazırlanmak, oturduğu yerde bunun için kıpırdamak” anlamında. Bir de “hep birlikte bir şeye teşebbüs etmek” anlamında kullanılın bizde bu fiil. Yukarıdaki gocanamızın mevsimlik işlerini anlatırken sarf ettiği “ Ne iş yapacaaz, evelââ kıtık işleriz. Ondan kere kilime gaakınırız. Kilimi dokuuruz” ifadelerinde olduğu gibi. “Hep birlikte kilim dokumaya başlarız” demek istiyor tabii…
“Kasmak” fiili, “kasılmaya yol açmak”, veya “bir şeyi hafifçe germek” demektir bilindiği üzre. Kandıra ağzında mecaz yoluyla hayli ilgi çekici bir anlam kazanmış. “Kolunu haylice gererek okkalı bir tokat atmak”… Argo sayılabilecek bir kullanım. Sepetçi Sakallar köyünden bir büyüğüm, köyden asker sevki sırasında yaşadıklarını anlatırken kavga eden birilerini kastederek “Bu Aamed’inen o Mıstava’yı… Orda nöbetçilee, maafızla (muhafızlar) vaa orda. Onna diiverince ayırdılaa bi sever (bu sefer) onnarı. Onnara bigaç gasdılaa orda..” demişti…
“Bir şeyi fıratıp atmak” anlamına gelir bizim köylerimizde “kaydırmak” sözü. Dolaylı olarak onunla ilgili olsa da bildiğimiz “kaydırmak, kaymasını sağlamak, kaymasına yol açmak” anlamında değil. “Gaydırmak” şeklinde söylenir elbette. “Bir şeyi kullanma, at!” yahut “Bana doğru fırlat!” yerine “Gaydır!” diye seslenir biri diğerine. Kandıra’nın Sepetçi köyünde düşman işgalinin sona erdirilmesini anlatan rahmetli bir dedemiz şöyle demişti o günleri anlatırken: Kâfir burda dutunamadı. Kürüdülee götdülee (götürdüler) burdan. Gaydıdılaa kâfiri…
Günlük dilde ve yazı dilimizde “yakınlamak” diye bir fiil yok. Onun yerine “yaklaşmak” fiilini kullanıyoruz. Ancak Kandıra ağzında var… Daha çok zamanla ilgili ifadelerde “düğün, askerlik vb. özel günlerin ya da verilmiş bir sözün vadesinin yaklaştığını, gününün gelmeye yakın olduğunu” anlatmak için. Tıpkı babaannemin Kurtuluş Savaşı öncesi düşman işgali günlerinde yaşadıklarını anlatırken kurduğu “Gurban bayramı yakınnadı, Gurban Bayramı geldi. Sabahsı Gurban Bayramı” cümlelerinde olduğu gibi.
“Yarışmak”… Bu fiil bizim köylerimizde biriyle yarışmak, onu geçmeye çalışmak” anlamından ziyade “koşmak” anlamında kullanılır. Yukarıda sözünü ettiğim Karakiraz köyündeki büyük teyzem bu fiili “Guyu yanına öte (doğru) ben burdan bi yarış godum” ifiadesinde “koşmaya başlamak” anlamında değişik bir biçimde kullanmıştı. Biz çocukluğumuzda koşmaz, “yarış”ırdık. Köye bir “yolcu” yani “atlı satıcı” geldiğinde onu ilk görenimiz diğerlerine “Yarışın, yolcu gelmiş!” diye seslenirdi.
Keşke yine çocuk olsak, “yolcu” gelse, ona doğru “yarışsak”…