İsmail SARICA
“Anabasis”, diğer adıyla “Onbinlerin Dönüşü,” M.Ö. yaklaşık 432-355 arasında yaşamış Atinalı yazar, tarihçi, komutan, Ksenefon’un kitaplarından biri. Ksenefon Sokrates’in öğrencilerinden, hani şu bildiğinden dönmediği için ölüm cezasına çarptırılan ve baldıran zehri içerek ölen Atinalı filozofun öğrencisi. Kitap Türkiye İş Bankası Hasan Ali Yücel klasikler dizisi içinde yayımlanmış.
Bu kitap yıllar önce yayımlanmıştı. Haydarpaşa Lisesi kitaplığında vardı. Bu eski baskıyı Nardene – Ahmet Kuşçu’nun kitaplığında da gördüm. Burada sözünü ettiğimiz çeviri Ari Çokona tarafından yapılmış. İstanbul Fenerli olan Ari Çokona İ.T.Ü’den mezun Kimya Mühendisi. Yunanca’dan Türkçeye çeviriler yapıyor, İstanbul ve Anadolu Rumlarının tarih ve edebiyatına ilişkin çalışmaları, kitapları var. Bir yandan da özel bir lisede kimya öğretmenliği yapıyor.
M.Ö. 423-404 yılları arasında hüküm süren Pers Kralı 2. Daryus’un oğullarından ikisi, Kyros ile ağabeyi Artakserkes arasında iktidar savaşı vardır. Bu zamanda Anadolu’da bazı yöreler Perslerin egemenliği altındadır.
Kyros ordu toplamaya başladı ve Çanakkale Boğazı’nı geçerek günümüzdeki Salihli (Sart) yöresinden, Yunanistan’dan sağladığı askeri güçle hareket etti. Askeri gücü 13.000 kadar olmuştu. Bu paralı askerler yanında diğer güçler, barbarlar da vardı.
Menderes Irmağı geçildi. Dinar’a (Kelainai) geldiler. Burada yeni güçler katıldı. Dinar’dan Denizli Çivril’e, Uşak’ın Çalca yöresindeki Keraman Agoraya geldiler. Afyon Bolvadin’in Üçhöyükler Köyü’ndeki Kystrou Dedoin şehrine, Konya Akşehir Ulupınar Köyü’ne sonra Ilgın’a geçtiler. Konya, Niğde Kemerhisar, Gülek Boğazı derken Tarsus’a (Toros) vardılar. Bu sırada Yunan (Hellen) asker sayısı 14.000 kadardı. Büyük kalabalığı oluşturan Barbarlar ise yüzbin dolayındaydı.
Tarsus’tan hareketle Seyhan ve Ceyhan geçildi. Suriye’ye varıldı. Uygun bir yerde Fırat’ı yaya olarak geçip Babil kapılarına vardılar.ağabeyin askeri gücü çok daha fazlaydı. Savaşta ağabeyini yaraladı ancak kralın A korumalarından birinin mızrağı gözünün altına saplandı. Kyros öldü, başıyla sağ kolu kesildi. Cariyeleri esir alındı. Kazanan ağabey oldu.
* * *
Onbinlerin macerası devam etti. Irak’tan İran’a, Ermenistan’a geçtiler. Gürcistan’dan Karadeniz’e ulaştılar. Öldüler, öldürüldüler, yağmaladılar, savaştılar, ağır kış koşullarında yaşama savaşı verdiler. Trabzon, Giresin, Ordu, Sinop derken Ereğli’ye (Herakleia) vardılar. Bir kısmı gemi ile bir kısmı kara yoluyla Kerpe’ye (Kalpe) ulaştılar. Bu sıralar onbinlerin başındaki komutan kitabın yazarıydı. Kitabında “Onbinler” sözünü kendisi de kullanmıştı. Komutan Kerpe’yi çok beğendi. Bu yörede kalıp şehir kurmak istedi, askerler Yunanistan’a dönmek istiyorlardı. Kerpe’de yaşayan halk Bitinya (Bithynia) Trakyalıydı (Thrake) ve Yunanlılara hiç iyi davranmazlardı. Ereğli dosttur ancak Kerpeli’lerin gemilerinin batması sonucu veya başka nedenlerle ellerine düşen Yunanlılara son derece kötü davrandığı söylenmektedir.
Ksenofun’un bundan yaklaşık 2420 yıl önceki Kerpe’yi nasıl anlattığını, kitaptan küçük bir alıntıyla verelim: “Kalpe Limanı denizin içindeki bir kara uzantısıdır ve Heraklai (Ereğli) ile Byzantion (İstanbul) arasındaki deniz yolunun tam ortasında bulunur. Denize uzanan kısmı en açık yeri yirmi orgiadan az olmayıp sarp bir kayalıktır. Kayalığı karaya bağlayan kıstak yaklaşık dört plethorn genişliğindedir ve denize uzanan yarımada onbin kişiyi barındırabilir. Liman kayalığın hemen altındaki batı sahilindedir. Kayalığın ana karaya yakın kısmında etrafı gemi yapımına uygun pek çok ağaçla çevrili ve bol miktardaki suyunu denize akıtan bir tatlı su kaynağı vardır. Dağ iç kısımlara doğru yirmi Stadion kadar (stadion 185 m) uzanır, toprak taşsızdır. Denize doğru da yirmi stadion kadar gider ve her çeşit yüksek ağaçla kaplıdır. Bölgenin geri kalanı çok sayıda köyün yer aldığı verimli ve büyük bir alandır. Burada arpa, buğday, her çeşit bakliyat, akdarı, susam yetişir, yeterince incir ağacı, kaliteli şarap yapımına uygun bağlar, zeytin dışında her çeşit meyve ağacı vardır.”
Çeviriyi yapan Ari Çokona’nın belirttiği gibi, Ksenefon bölgeyi bunca özen ve beğeniyle tanımlarken, burada bir şehir kurup yerleşme hayalini açığa vuruyor. Ancak askerlerin buna yanaşmaması üzerine teklif bile etmediği anlaşılıyor. Nitekim yola devam için kurban kesip işaretler olumsuz olarak yorumlanınca, bazılarınca Ksenofun’un Kerpe’ye veya bu yöreye yerleşmek istediği için kâhine işaretlerin yolculuğa uygun olmadığını söylettiği iddia ediliyor. Üç kez kurban kesilmekle birlikte durum yine olumsuz çıkıyor.
Koyun bulunmadığından arabalara koşulmuş öküzleri satın alarak kurban ettiler, işaretler yine olumsuz çıkınca ikibin askerle yağmaya çıktılar. Beşyüzden fazla kayıp verdiler, sonuncu kurbandan uygun işaret çıkınca yola çıkmaya karar verdiler, yöredeki ölülerini toplayıp bulundukları, yerlere gömdüler. Köyleri yağmaladılar. Düşmanlar onlara zayiat verdirdi. Kitapta yazılanlardan anlaşıldığı kadarıyla Kerpe yöresindeki Ordugâhlarından on kilometreden daha çok iç kısımlarda savaşlar oldu. Yöre halkını, köyleri yağmaladılar. Aralarında kavgalar çekişmeler oldu. Yola çıktılar, Kadıköy yöresine vardılar, Troia’ya ilerlediler, Edremit’e, Bergama’ya derken Isparta’dan gelen orduyla birleştirilip yeni savaşlar için yola koyuldular.
* * *
Kitabı mutlaka okumalı. Her halde tarihteki en büyük maceradır. Kerpe yöresinde, daha doğrusu o zamanki Kandıra yöresinde yapılan savaşları ve yapılan tanımlamaları okurken; bazı tanımlamalar Baba Tepesini, Sarısuyu, yöre köylerini anımsatıyor. Anlaşılan o sıralar Kandıra’da önemli bir yerleşim yok. Kandıra adı Kentiri’den geliyor. Merkez anlamındaki bu söz bir işlevi de içeriyor. Kandıra haberleşme ağındaki bir merkez. Kerpe’de de çok nüfus olmadığı, yarımadanın konumu verilirken anlaşılıyor. Kerpe’de bir belediyenin de o sıralar olmadığı görülüyor. Yıldır Evin’in bahçesinden çıkan bir mezar taşını Planlama’da dili bilen bir ağabeyime okutmuştum 1970’lerde. Belediye Meclisi üyesi ve karısının mezar taşı olduğu anlaşılmıştı.
Onbinlerin yağma yaptığı köyler arasında sanırım Malca yöresindeki, yani Çerçili Köyü ile Hatıplar Köyü arasında eski İstanbul yolu üzerindeki önemli bir yerleşme de vardı. Nekropol (mezarlık)’deki mezar taşları köylere taşınıp kırıldı döküldü. Çocukluğumuzda gördüğümüz lahit kalıntıları kayboldu gitti.
Kandıra yöresi tarihi için çok önemli bir kaynak olan Anabasis-Onbinlerin Dönüşü okuma bilen her kişi tarafından okunmalı. Ben kitabı dostlara salık veririm yeri geldiğinde. Kerpe’de, Kefken’de dolaşırken 2400 yıl önce buralar nasıldı, neler olmuş gibi akıldan geçen soruların bir ölçüde de olsa yanıtını bulursunuz. Ksenofun’un yöreyi betimlediği kısa alıntıda okuduğumuz gibi yöre günümüze göre doğal çevre ve bitki örtüsü, orman varlığı gibi konularda daha varsıl.
Biz Kerpe’yi de yazın yaşanması zor, itici bir yer durumuna düşürdük. Kandıra kıyılarına özellikle yazın hafta sonları yüzbinlerce insan geliyor. İnsanların gereksinimlerine yeterli bir altyapı olmadığı gibi insanımızın çevreyi kötü kullanması bir yana yaşama kültüründeki yetersizlikler ve kötü yapılaşma güzelim Kerpe’yi bu duruma düşürdü. Yani Kerpe’ye hainlik edildi (!).
Hemen ANABASİS kitabımı bulup bu gözle yeniden okumaya başlıyorum üstat.
Çok genç iken okumuş ve bu kıymetli bölümleri muhtemelen gözden kaçırmışım. Farkındalık yarattığınız İçin minnettarım.