GEÇMİŞTEKİ KANDIRA’DAN KESİTLER-II: TOMAFİL… Doç.Dr.Kenan ACAR

Önceki yazıda eski Kandıra hakkında duyduklarımı, dinlediklerimi yazmıştım. Bu hafta o yıllarda yaşadıklarımı anlatacağım. Herkesi ilgilendiren yönleriyle tabii. O zamana ışık tutan yönleriyle. Yoksa herkesin yaşadığı kendine…

1960’larda gocabalarımız, gocanalarımız (duymayanlar için büyükbabalarımız ve büyükannelerimiz) Kandıra-İzmit yolunu uzaktan da olsa gören bir köyde yaşıyorlarsa bazen orayı göstererek “Posta geçiyor” derlerdi. O zaman belki günde sadece bir iki defa geçen “posta”, otobüsün o zamanki adıydı. Askerdeki çocuklarının mektupları onunla kendilerine ulaştığı için bu adı vermiş olsalar gerek. “Posta”lar şimdiki gibi değil; genellikle burunlu, ilkel otobüslerdi. Çocukluğumuzda bazen birkaç arkadaş yürüyerek (yolunun yarıdan fazlası dik bir yokuş olan) iki üç kilometre uzaktaki Koruklar mevkiine çıkar, denk gelir de Kandıra’dan gelen bir otobüs gürürsek yolun kenarından ellerimizi kaldırarak “Gaste, gaste!” diye bağırırdık. “Posta”dakiler de bize varsa ellerindeki gazeteleri atardı. Bir sevinirdik ki sormayın…

O yıllarda Kandıra-İzmit yolunun üzerinde Koruklar, Kocakaymaz ve diğer noktalarda durak yerlerinde “kahve”ler vardı. Bunlar sıradan kahvehaneler değildi. Hattâ belki bildiğimiz anlamda kahvehane bile değildi. İki bölümden oluşan bu binaların bir bölümü bildiğimiz bakkal dükkânıydı. Şehirden gelenler İzmit veya Kandıra’dan almayı unuttukları şeyleri buradan alır, çoğunda bakkal bulunmayan köylerdeki insanlar da zarurî ihtiyaçlarını temin etmek için İzmit veya Kandıra’ya gitmek zorunda kalmadan buradan temin ederlerdi. Bir yanda çocukları cezbeden akide şekeri kavanozları, bir yanda tavandan sarkan (hem onların hem de büyüklerin burnuna mis gibi kokan) parmak sucuk salkımlarıyla herkes için cazip bir yerdi kahvelerin bu bölümleri…

Bu bölmeye ikinci ve daha büyük bir bölümden geçilirdi ki asıl kahve orasıydı. O zamanın sosyal tesisleri ya da yol üstü dinlenme tesisleri diyebileceğimiz yerlerin bu bölümlerinde hatırladığım kadarıyla sandalyeleriyle birlikte birkaç masa bulunurdu. Kandıra ya da İzmit’e gitmek için kilometrelerce yürüyüp birkaç köy geçtikten sonra “posta”ya binecekleri yere yorgun argın (bazen çoluk çocuk) gelen köylülerimiz buralarda biraz nefeslenip dinlenirdi. Şehirden gelenler de kendilerini bekleyen aynı inişli çıkışlı uzun yola çıkmadan önce aynı şekilde dinlenirdi. Çünkü çoğu ayakta gelirdi indikleri postada. Burada her iki grup köylerden, İzmit veya Kandıra’dan duyduklarını diğerlerine aktarır, yorumlayıp değerlendirirdi. Özellikle farklı köylerin insanları uzaklarındaki köylerden bu şekilde bilgi alırdı.

Bu bölümün gözümün önünden hiç gitmeyen objesi, çoğu zaman kahvenin ortasında, şayet orada bir soba varsa kahvenin bir köşesinde bulunan çok büyük bir “su küpü” idi. Bir çeşit pişmiş topraktan, bugünkü güveçler gibi kiremitten yapılma dev bir küp. İçindeki suyu buz gibi soğuk tutan kocaman bir küre. Yarım saat, bazen daha fazla yol yürüyerek köylerden gelenlerin gözlerinin ilk aradığı şey. Serinleme umuduyla kahveye girer girmez ilk yöneldikleri o olurdu insanlarımızın. Bu kulpsuz dev sürahinin ağzı bir tahta ile örtülür, onun üzerinde de ters kapatılmış kalaylı bir “naştapa” (maşrapa) veya tas bulunurdu. Onu kocaman küpün içine daldırarak aldıkları suyu kana kana içtiklerinde derin bir oh çekerler, gözleri açılırdı. Biz çocuklar ise kimi zaman kendimiz maşrapayı küpe daldırarak su almaya çalışır ancak küpün dibinde kalan suya ulaşamadığımız için büyüklerimizden isterdik bu hayat suyunu…

Ana yolun üzerinde bulunan bu kahvelerin en donanımlısı, Çubuklu köyünde idi. Yol üzerindeki kahvelerin hiçbirinde uzun süreli durmayan, sadece yolcularını alıp yoluna devam eden “posta”lar Çubuklu’da kısa süreli de olsa durur, mola verirdi. Otobüsün şoförü ve yolcuların bir kısmı inip beş on dakika hava alır, su içerdi. Çünkü o zamanki otobüslerde ayakta yolcu taşıma ve sigara içme yasağı yoktu. Etrafındaki insanları düşünmeyen tütün mahkûmları da az değildi. Bilmem kaçı birden içtikleri sigaranın dumanını üfledikleri için otobüsün içinde bir duman tabakası oluşur, özellikle kış aylarında pencere açma imkânı da olmadığı için Kandıra veya İzmit’e gitmek diğer yolcular için eziyet hâline gelirdi. Hemen her seferinde bu yüzden yolculardan birkaçı istifra eder, kendisi gibi çevresindekileri de istemeden rahatsız ederdi. İşte bu yüzden bir, bir buçuk saatlik yolun hemen hemen yarısına denk gelen Çubuklu’da mola vermek kaçınılmaz idi. Hatırladığım kadarıyla köyün ortasındaki büyük kahvenin önünde oluklu, birkaç musluklu büyük bir çeşme vardı. Otobüsten inenler ondan su içer, bazıları kahvenin önündeki   meyvelerden alıp bu çeşmede yıkardı. En çok da armut… Otobüse binenlerin her birinin elindeki kese kâğıtlarının patlak yerlerinden su damlaları süzülürdü. Aldıkları armutları kese kâğıdının içinde yıkadıkları, daha doğrusu armutları suya tuttukları için…

Biz “kaamiyon”u da o yıllarda tanıdık. Öyle pek kamyon gelmezdi bizim köylerimize. Bunun için de hasbelkader bir kamyon geldiyse köyün çocukları olarak etrafında toplanır, büyülenmiş gibi ona bakardık. Çoğunlukla da kırmızı renkliydi çocukluğumuzun birkaç kamyonu. Ondan mıdır nedir, hafızamdan hiç silinmez eski kamyon figürü. Onu “haydayan” yani süren kişi de bir kahramandı bizim gözümüzde. Böyle bir kaamiyon ile geldik altı yaşımda iken köyden şehire. Komşu köyden Kadir Amcamızın kamyonu ile. Mââile… Kimimiz kamyonun kasasındaki çöp yataklarının yanında, kimimiz bu rahmetli amcamızın yanında yani “şüfer mahalli”nde…

Çocukluğumun köyde geçen ya da (her yıl yazın iş mevsiminde) köye gidip geldiğimiz yıllarında rahmetli büyüklerimiz “tomafil” derdi her türlü motorlu binek aracına. Tabii özellikle de bu kelimenin bozularak ortaya çıktığı “otomobil”e. Sonra nedense bu kelime unutuldu, yerini “taksi” sözüne bıraktı.  İnsanlar 70’li yıllarda ekonomik açıdan güçlenip özel otomobil aldıklarında “Taksi almış” denir oldu onlar için. Herhalde daha kısa bir kelime olduğundan, -ticarî amaçla kullanılsın kullanılmasın- her türlü otomobile bir süre “taksi” dendi. Hâlâ çevremizde az da olsa bu kelimeyi “özel araba” anlamında kullananlar vardır.

Zaman geçiyor; hayat da kelimeler de değişiyor…

One thought on “GEÇMİŞTEKİ KANDIRA’DAN KESİTLER-II: TOMAFİL… Doç.Dr.Kenan ACAR

  1. KALEMİNE YÜREĞİNE SAĞLIK HOCAM. BİZ BUNLARI UCUNDAN YAKALADIK AMA YENİ NESLE NEREDEN HANGİ ŞARTLARDAN GELDİĞİNİ FARK ETTİRMEK GEREKİYOR.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir