Bizim oralara televizyon yetmişli yıllarda geldi. Radyo ise ondan biraz önce gelmiş. Ben altmışların sonlarında köyden şehre taşındığımızda tanıştım büyüklerimizin “lokum sandığı” dediği o zamanın sihirli kutusu ile. Ondan önce sosyal hayatın sözlü kültür unsurlarını insanlar birbirine anlata anlata aktarırmış gelecek nesillere. Biz bu güzel geleneğin sonlarına yetiştik bile diyemem ne yazık ki… Kendi ortamı içinde, yeri geldiği için anlatmadı bize büyüklerimiz. Ben bir üniversite öğrencisi olarak yapay bir ortamda kendilerinden istediğim için anlattılar ya da söylediler türküleri, mani, bilmece ve tekerlemeleri. Bunlardan birkaçını aktaracağım bu haftaki yazımda:
Bizim büyüklerimiz bilmece sormayı “masal satmak” sözüyle ifade ederlerdi. 1983 yılında Kandıra’nın Sepetçi Divanı’na bağlı Karaağaçoğlu köyünde o tarihte yetmiş yaşında olan büyüğümüz Mehmet ÖZ, şu masalı satmıştı bana:
Hap dedi,
Hup dedi.
Git oraya,
Yat dedi…
Bilmecenin cevabını bilemedim elbette. “Süpürge” imiş…
Sepetçi köyünden o zaman yetmiş üç yaşında olan Hüsniye KOÇ, doktorlara ulaşmanın çok zor olduğu o zamanlarda insanların kurşun dökme, yılancık kesme gibi halk hekimliği uygulamaları için kapısı çalınan bir büyüğümüzmüş gençliğinde. Başı çok ağrıyanlara uygulanan “yılancık kesme” işini yaparken söylediği şu tekerlemeyi aktarmıştı bana:
Yılan yılan kışı kışı,
Bağladım yılan dişi.
Yılan yılan âfiyen,
Yılan burdan sâfiyen.
Ulu dağlardaysan çık git,
Yıkık binadaysan yıkıl git.
Büyük ayaklıysan kıvrıl git.
Ninem koca saplı bıçakla geliyor,
Gözünü, kafanı kesecek.
Çık git, yıkıl git…
Sepetçi-Sakallar köyünden (derleme tarihinde elli dört yaşında olan aile büyüğüm) Gülizar ACAR da bir mani ve çocukluğunda söylenen bir tekerlemeyi aktarmıştı bana. Mani şöyle idi:
Masal masal mat etttim,
Ağaçlara çat ettim.
Alkın suyu akıttım,
Güzellere bakıttım.
Kandıra’nın köylerinde diğer birçok sosyal etkinlik gibi çocuklara Kur’an-ı Kerim öğretmede de mekân olarak “köy odaları” kullanılırdı. Kendisinin anlattığına göre çocuklar kendi aralarında (aşağıda önce aslını, sonra yazı diline çevirisini verdiğim) şu tekerlemeyi söylerlermiş:
Elifden beeyece,
Yarışdım küvece.
Küüde bi gaymak yidim,
Hocadan diinek yidim.
Diining dadına erdim,
Guşlara darı veedim.
Guşlaa ganat veedi.
Ganadı yere çarpdım,
Yer çimen veedi.
Çimeni guziya veedim,
Guzii beylere veedim,
Beylee at veedi.
Ata bindim,
Gara suya,
Gannar akar.
İki dilber banga bakar.
Birini bıçakladım,
Birini kucakladım.
(Elif’ten be’ye kadar, / Koştum köye kadar./ Köyde bir kaymak yedim, / Hocadan değnek yedim./ Değneğin tadına vardım,/ Kuşlara darı verdim./ Kuşlar kanat verdi./ Kanadı yere çıptım,/ Yer çimen verdi./ Çimeni kuzuya verdim, / Kuzuyu beylere verdim, / Beyler at verdi./ Ata bindim./ Kara suya / Kanlar akar./ İki dilber bana bakar./ Birini bıçakladım,/ Birini kucakladım.)
Bana bunları anlatıp aktaran üç büyüğüm de bugün hayatta değil. İnsanlar gidiyor, yaptıkları güzel şeyler kalıyor. Onlar ve diğerleri, Türk kültürünün nesilden nesile aktarılmasına katkılarıyla hep anılacaklar.
Nur içinde yatsınlar…
Doçent Dr. Kenan ACAR