Kandıra’dan Anılara Devam- Nurşen YENİAY

KAMİL DAYIM!


İlkokula gidiyorum. Dayımı o ana kadar hiç görmemiştim. Annemle mektuplaşıyorlardı. Her
mektup geldiğinde içinden bir resim çıkıyordu. İşte ben dayımı ,yengemi ve çocuklarını o
resimlerden tanıyordum
Dayım şeker fabrikalarında ahçı başı olarak çalışıyormuş. Erzincan, Malatya, Kastamonu Şeker
Fabrikalarında. Yani Türkiye’nin değişik şehirlerinde çalışmıştı.
Beş çocuğu olmuştu. Melek, Dilek, Fehime, Bedriye ve Abdullah. Annem abisini çok severdi fakat
ulaşım şimdiki gibi komşu kapısı değildi.
Bir gün okuldan çıktım eve geldim. Oturma odasında şişman göbekli biri oturuyordu. Anneme
gönderilen resimlerden hemen tahmin ettim. Annem gel bak dayın geldi dedi. Ben misafir çok
severdim. Hemen elini öptüm. Dayım değişik şivesiyle nassın yegenim? dedi. Bayağı sohbet
ettik. Neşeli biriydi. Elime o zamanın vişne çürüğü kağıt 2,5 lirayı cebinden çıkararak
tutturdu. Allah’ım ne büyük paraydı. Ailemiz bize 25 kuruş harçlık verirken bu 2,5 lira bana çok
büyük geldi. Hemen kuzenlerle çarşıya koştuk. Çay bahçesine gittik. Gazozlar, limonatalar
içtik. Oradan Pastaneye gittik. Tulumba tatlısı falan alıp yedik, Bakkal dan Şam fıstığı, tuzlu fıstık,
çekirdek falan aldık yani parayı bir saatte harcadık.
Dayım çok şeker insandı. Onu çok sevdim. Üç dört gün kaldı ve gitti. Ben arkasından çok üzüldüm.
Aradan bir kaç sene geçti. Dayımın büyük kızı Fehime ablam geldi, Ben İlkokula gidiyordum
ablam ortaokula gidiyordu. Ablam okula giderken Fehime ablayı da yanında okula götürmüş.
Hocalardan izin alarak o nu da sınıfta derslerine sokmuştu. Ben fena halde kıskanmıştım. O da
dayım gibi çok az kalarak gitti, Fehime ablam Malatya radyosunda çalışırken birden karar
verip Almanya’ya gitmiş. Orada bir Alman’la evlenip Almanya’ya yerleşmişti.


Dayım’ı uzun süre görmedim. Ablama Ankara’ya gittiğimde Dayım geldi. Ablamlar, dayımla
Ankara’da görüşüyorlarmış. Fehime ablam onlara, Ankara’da ev almış. Emekliliğini orada
yaşıyorlarmış. Yengem bizi yemeğe davet etti. Tüm yemekleri dayım yapmış yemekten sonra
bayağı sohbet ettik. Çayımızı içtikten sonra eve döndük. Yıllar sora dayım yengemle birlikte
annemlere gelmişler. Ben geldikleri zaman evliydim. Kızım Gül yeni doğmuştu. O nu görmeye
geldiler. Ben ertesi akşam onları yemeğe davet ettim. Dayım bana yeğenim sen işe git
yemekleri ben yaparım dedi. Bende hiç tereddüt etmeden işin ehline güvenerek işe
gittim. İşten o gün erken çıktım eve geldim. Aman Allah’ım sabahtan beri bir taze fasulye, bir de
salata yapmış. Elindeki sigara küllerini yerlere dökmüş. Berbat bir mutfak bırakmıştı. Dayıcığım
siz içeriye geçin gerisini ben hallederim dedim. Hava kararmış daha hiçbir şey hazır
değildi. Annemler yengemi de almış geldiler. Arkadan Bahattin geldi. Ben hemen tavuğu
düdüklüye koydum. O ara masayı hazırladım. Tavuk pişinceye kadar mutfağı temizledim.Tavuk
suyuna çorba ve pilav yaptım. Bahattin’de gelirken tatlı getirmişti. Saat 12.oo da yemeğe
oturduk. Yemekten sonra çay demledim içtik. Sohbet çok güzeldi. Canım dayım esprileriyle bizi
çok güldürdü. O nu gerçekten çok sevmiştik.
Dayımı en son annemin cenazesinde gördüm. Sesli ağlıyordu. Çok kısa zamanda onunda
vefatını duydum. kahroldum. Canım dayım seni hiç unutmayacağım.

KANDIRA İZMİT YOLUNDA KAZA!

Tarihi tam olarak hatırlamıyorum. Kandıra’dan İzmit’e kıyafet almaya gidiyoruz. Annemle otobüse bindik. Otobüsteki benzin kokusu beni tuttuğu için otobüs hareket eder etmez gözlerimi kapatarak uyuma moduna girdim. Ara ara gözlerimi açarak bakıyordum. Bayağı ilerlemiştik. Benim midem çok bulandığı için gözlerimi tekrar yumdum.

O seneler Kandıra yolu henüz daha yapılmamıştı. Yol o kadar virajlıydı ki, dön dön bitmiyor, yarım saatte gidilecek yolu iki saat yirmi dakikada gidiyorsunuz. Araba sanki Belediye otobüsleri gibi on dakikada bir köylerden yolcu alıyor, bir dur, bir kalk, midem altüst olmuştu. Çantadan midemi bastırsın diye tuzlu bisküvi çıkarmak üzere eğildiğimde sanki kıyamet koptu. Otobüs zangır zangır titriyor ön cam tuzla buz olmuş, şoför ün başından kanlar akıyor. Otobüs beşgeş’ teki kayaya yaslanmış, kapıları kilitlenmişti. Dışarıya çıkamıyorduk. Otobüsteki gençler yardım ettiler. Otobüsten zar zor dışarıya çıktık. Ütük köyünden köylüler yardıma koştular. Kazayı görmüşler. Bu kazadan hiç kimse sağ çıkamaz demişler. Ama Otobüs beşgeş’teki duvara yaslanmasıydı gerçekten sağ çıkamazdık. Hepimiz sağ salim kurtulmuştuk.

Sonradan duyduğuma göre, bizim otobüs karşıdan gelen kamyonla çarpışmış. Ben o ara eğildiğim için hiçbir şey görmedim. Sadece ellerime kollarıma otobüsün kırılan camları girmiş. Ellerim, kollarımda kan içinde kalmıştı. Annemde yüzünü çarpmıştı. Otobüste yolculardan ölen yoktu sadece şoför ölmüştü.

Biz o kadar şok olmuştuk ki hiç bir şey düşünemiyorduk. İzmit’ten Kandıra’ya giden otobüs durduruldu bazı yolcuları aldı. Kandıra’ya geri götürdü. Annemde gitmiş. Ben şok olmuştum. Kandıra’ya döneceğime tekrar İzmit arabasına bindim şaşkınlıkla. Neyse İzmit’te indim. Tabi alışveriş yapacak halim kalmamıştı. Pastaneye girdim, kola içip pasta yedim. Kendimi çok yorgun hissediyordum. Garajlara gittim. Kandıra otobüsüne binip eve geldim.

Annemin yanağı mosmor şişmişti. Benim de başım eğik olduğu için alnım koltuğun demirine çarpmış alnım mosmor olmuş meğer. Neyse ucuz atlatmıştık. Hala kendime kızarım Kandıra’ya dönmek varken niye İzmit’e gittim diye. Sanırım şoktan olacak

Allah kimsenin başına böyle bir kaza vermesin. Aylardır kulaklarımda kaza anının çığlıkları ve o uğultulu gürültüyü duydum. Rüyalarım hep kaza ile ilgiliydi. Sonra sonra alışıyor insan.

KANDIRA AYDINLIK MAHALLESİNDE İZ BIRAKAN KİRACILAR!

İbramanın (İbrahim Ağa) evinde kiracı olarak oturuyorlardı. Almanca öğretmenimiz Orhan Yavuz eşi Mualla Hanım ve Çocukları. Orhan Bey benimde Almanca ve müzik derslerime giriyordu. Almancayı onun sayesinde sevdim. Bir o kadar hümanist ve iyi insanlardı. İki oğlu bir kızı vardı. Kızı Gül çok sevimli çok tatlıydı, mahallenin maskotu olmuştu.

Eşi mualla Hanım ufak tefek minyon,çok güzel bir kadındı.

Bir gün öğretmenimiz Almanyadan birini Türkiye’ye davet etmiş. Adı Heidi. Boyu 2,5 metre. Evin kapısından eğilerek girip çıkıyordu. Biz bütün mahalle çocukları sanki uzaydan biri gelmiş gibi çıksa da görsek diye sokakta saatlerce bekliyorduk.

Biz hocamızı çok sevmiştik. Yıllar sonra onlarda Kandıra’yı çok sevmiş olacak ki İbramaları ziyarete geldiler büyük oğluna İbramanın küçük kızını aldılar.

Güzel aileydiler. Tam Aydınlık mahallesine yakışan insanlardı.

İşte benim Mahallemin kiracıları bile çok nezihtiler

YİNE AYDINLIK MAHALLESİ TEKKE MEYDANINDAN DEVAM!

Teyzemin evinin önünde iki düzgün taş üzerine kalın tahta konmuş. Oturacak yer yapılmıştı. Herkes orada oturur sohbet ederlerdi. Okuldan çıktıktan sonra kimimiz mandolin çalar, kimimiz el işlerini alır orada otururdu. Yazları ise Berber Hatice teyzenin torunları geldiğinde, Ali abi ağız armonikası ile güzel şarkılar çalardı. O tahtadan yapılmış oturacak yer hiç boş kalmaz keyifli saatler yaşatırdı herkese. Evler çok yakın iç içe olduğundan kimileri camlarda sohbete katılırlardı.

Tekke meydanı kocaman kocaman düzgün taşlardan oluşmuştu. Bizden büyük sınıf olan ablamlar ve okul arkadaşları ellerinde kiremitler o taşlara resim çizerler ve birbirlerine not verirlerdi. Bizlerde kendi çapımızda küçük taşlara çizerdik.

Bazen de mahallemizin genç kızları voleybol oynarlardı. Bizleri de küçük olduğumuz için bizi ara biti yaparlardı. (Kaçan topu tutar onlara getirirdik). Top anca elimize öyle geçerdi. Bizde kendi yaşıtlarımızla oynayacağımıza onların içine sürtmeye çalışırdık.

Sonraları anlıyormuşuz ne denli güzelmiş o yıllar. Yaşarken sıradan bir şey gibi geliyordu insana. Hiç insanlar arasında yok şuymuş yok buymuş diye dedikodular yapılmazdı. Tabi bazılarının kusurları için arkasından laflar söylenirdi ama kimseye zarar verecek şekilde olmazdı o laflar orada kalırdı. Cıvıl cıvıl dı bizim Aydınlık mahallesi

Evler genelde iki katlıydılar. Her gün herkes o iki katı birden süpürür, yemeklerini yapar, sabah gezmesine çıkarlardı. Ev önlerine asılan o çamaşırların beyazları kardan bile beyaz olurdu. Herkes birbirleri ile temizlik yarışında olurdu. Evlerin içleri biter ev önleri süpürülür ve yıkanırdı her gün.

Bu gün bizlerin her şeyi elektronik olduğu halde hiç bir şeye yetişemiyoruz .Onların enerjisini bu yıllarda hafızam almıyor. Süper insanlar yaşamış o yıllarda. Hem çok bakımlı ve süslü hem sosyal faaliyetlerin içinde hem de her şeyleri kusursuz yapmaya gayret ederlerdi.

Onların kodları bana göre muazzamdı. Kandıra’dan anılar….anılar hiç bitmez. Kandil olur kandil lik dağıtırlar, Kandıra’nın hamurdan yapılarak kızartılan kurtları yapılır, Fahriye Yengenin cizlemeleri tüm Aydınlık mahallesindeki evlere dağıtılırdı. Aşure günleri ise tüm evlerde aşureler yapılır herkes birbirine gönderirdi. Hele Eşreflerin Kandillerde biz çocuklara dağıttığı bisküviler biz çocukları çok mutlu ederdi. Şimdi ki çocuklar hiçbir şeyden mutlu olmuyorlar.

Güzeldi her şey, çok güzeldi benim hafızamda kalan yıllar…

KANDIRA SEYREK (SAHİL)

Seyrek iki aileye ait bir koy. Kandıra’ya 10 km uzaklıkta bir sahil. Dedem Osman Bey ve Cansever’lere aitmiş. Bir baştan bir başa uzun sahili çok güzel fakat denizi çok tehlikeliydi. Kumu iri ve tepeler halinde bir çöl gibi çoktu. Biz çocukken o tepelerin arkasına saklanır bazen de tepelerin üzerinden aşağıya kayar oyun yapardık. Bazen de kumu ellerimizle oyar kuyu yapardık. O kuyunun üzerine çalı çırpı koyar üzerini kumla örter tuzak kurardık.

Dayım inşaatlara kum alan kamyonlara tenekesi 5 kuruştan satardı. Dayımın kızı şaduman amazon gibi uzun boylu sarı saçlı Avrupalı mankenlere taş çıkartacak kadar güzel bir kızdı. Ata biner kürek çeker, elinde av tüfeği, para vermeden kum kaçıran kamyonların ardına düşer, onları çıkışta yakalar parayı alırdı.

Anneannemin evi tepede ahşap ve çok odalı bir evdi. Yanındaki bahçede dut ağaçları vardı. Kuzenler bize salıncak kurmuşlardı. O ağaçlara aşağıda koskoca düze, karpuz, kavun, mısır, ay çiçek ekerdi dayım. Aşağı sahile inen kocaman bahçede de domates, salatalık, sivri ve dolma biberler olur onları toplardık. Evin yan tarafında ise tavukların kümesi vardı. Anneannem çocim (çocuğum) tavukların altına bakın yumurtlamışlar mı diye kümese gönderirdi bizi. Bizde sıcak ve taze yumurtaları toplar eve götürürdük. Kahvaltıda yerdik.

Yukarıda büyükbaş hayvanlarının ahırı vardı. Sütler taze taze sağılırdı. Her şey organik ti, yine de yemiyeceğiz diye burun kıvırırdık.

Dayım ara sıra balığa çıkardı. Bayağı balık tutardı. Birde Karabaş köpeğimiz vardı. Öldüğünde çok ağladık. Normal cenaze töreni yaptık ona.

Ben rastlamadım Gönül Akkor’un babası Tahsin amca burada gümrük memuruymuş. Annesi Muzaffer teyze ve Gönül Akkor babasının memuriyeti dolayısıyla Seyrekte bulunmuşlar.

Annem çok güzel ud çalardı. Gönül Akkor’da sesiyle anneme eşlik edermiş. Orada Gönül Akkor daha meşhur olmadan ona şarkıcı başı Gönül diye seslenirlermiş.

Ben Kamuran Akkor ve ablası Alev Akkor’la beraber bir yaz geçirdim. Kamuran ve Alev ablayla Kandıra’ya kumanya almaya gittiğimizde çarşıda bize uzaylılar gibi bakıyorlardı. Tabi çok şıktılar. Takma kirpikler boyalı saçlar, makyajlar kim bunlar sözünü sorduruyordu esnafa.

Muzaffer teyze ve kızları aşağıda Cansever’lerde kalıyorlardı. Gönül Akkor ayrıldığı Doktor eşinden olan kızı Nilüferi buraya kaçırmıştı.

Biz Nilüfer, Şaduman üçümüz kısa bir arkadaşlık yapmıştık. Nilüfer içindeki tül jiponu çıkarır başına koyar duvak yapardı. Birde annesinin maceralarını anlatırdı. O yüzden Kamuran abla Nilüferin ağzına kum doldurmuştu. Nilüfer’de kum yuttum diye bas bas bağırmıştı. Biz üçümüz el ele tutuşup denize dalıp çıkarken sahile koskoca araba yanaşıp babası tarafından Nilüfer kaçırılmıştı. Biz arkasından kuzenle beraber çok ağladık. Bir daha da Nilüferi hiç görmedik.

Kandıra’nın bir kırmızı kamyonu vardı. Taka mı taka. Zaten adını da taka tu ka koymuştuk. Seyreğe inşaatlara kum almaya giderdi. Annemde tüm mahalle arkadaşlarını toplar, kamyonun üzerinde seyreğe götürürdü. Herkes bir şeyler götürür Ahlatın altında piknik yapılır, denize girilir akşam olunca kum dolu kamyonun üzerine biner, şarkılı türkülü evlerimize dönerdik. Yolu berbattı. Bir tahta köprü vardı ha çöktü ha çökecek oradan geçerken bildiğimiz tüm duaları okurduk. Mahallede yarı dilsiz bir genç vardı o kamyonu görünce sevinir kırmızı kaymon geliyor dihhaaa dihhaaa diye tezahürat yapardı.

İşte Kandıra’mızın harika bir sahilinden anılarım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir