1980 İHTİLALİ!
O Gün Cumaydı. Bahattin’in öğleye kadar dersi yoktu, uyuyordu. Gül 6 aylıktı. Ben işe gitmek üzere hazılanıyordum, Gül’ün bakıcısı gelmedi, Bahattin’i uyandırdım bakıcı gelmedi sen öğlene kadar idare et ben öğleden sonra için izin alırım dedim. Onlara kahvaltı hazırladım. Aşağıya bahçeye indim. Yol üzerinde bir yığın asker ellerinde silahlar, dikiliyorlardı. Bazen askerler tatbikat için bizim yoldan geçerlerdi, Yine tatbikata gidiyorlar zannettim. Bahçeden dışarıya çıkmak istedim. Kapıda bir asker silahını bana çevirdi kaba ve sertçe içeri gir dedi. Bende işe gidiyorum niye içeriye gireceğim dedim. İşe gidemezsin dedi. O ana kadar ihtilal olduğu aklımın köşesinden geçmedi. Ben yine arama falan mı var? dedim. Asker yine sertçe içeri gir dedi. Neyse ben daha fazla ısrar etmedim. Zira elinde silah vardı. Ne olur ne olmaz diye yukarıya çıktım. Bahattin kahvaltı ediyordu. Beni görünce niye işe gitmedin dedi. Bende olanları anlattım. İkimiz Balkona çıktık. Karşı evde Maliye de çalışan komşumuz camını açmış. Radyoyu camın önüne koymuş. Bangır bangır Hasan Mutlucan’ı dinliyor. Bizi görünce Nurşen Hanım İhtilal oldu haberiniz var mı? diye seslendi. O zaman anca ihtilal olduğunu anladık. Askerin bile haberi yokmuş ki bana cevap veremedi.
Öğleden sonra görevli memurlar ekmek dağıttılar. O sene o kadar Palamut çoktu ki evlere balık dağıttılar. Cumartesi pazar sokağa çıkma yasağı vardı. Pazartesi günü biz çalışanlara görevli kartı verdiler. Uzun bir süre gece sokağa çıkma yasağı oldu. Çok zor anlardı. Tanrı bir daha yaşatmasın dedirten bir yıldı.
Yeniden yapılacak seçimlere kadar her yeri asker idare etti. Tabi hiç kimse özgür değildi. Bir yığın gencimiz öldürülüp hapislere atıldı. Zaten Kenan Evren’in anılarında ,biz bu kadar gencin öldürüleceğini bilerek giriştik bu ihtilale dediği gün gibi aşikardı. Hala içim titrer o gencecik yavrulara. Bende o askerle biraz daha işe gideceğim mücadelesi yapsaydım belki bana da ateş edecekti asker. Hala bu benim beynimi kurcalar.
Kandıra’dan en sevimsiz anı budur.
KANDIRA’DA PANAYIR!
Aydınlık mahallesi Tekke Meydanında bir davul. Elli paça kırmızı pantalon giymiş üç metre boyunda adam. (muhtemelen ayaklarına sopa bağlanarak boyu uzatılmış) Zira adam zor yürüyordu. Biz çocuk aklımızla bunu idrak edemiyor, adama hayretler içerisinde bakıyoruz. Sonra annemler ayaklarına sopa bağlanmış olduğunu söylediğinde pek inanmadık. Davul, kıyamet ,kuyruğuna takılmış bir yığın çocuk.
Meydana çamaşır ipi gibi bir urgan asıldı. Bir cambaz elinde uzun sopa ile (denge sağlamak için sanırım) ipin üzerinde yürüdü. Biz çocuklar hayranlıkla izledik. Oradan başka mahallelere doğru yola çıktılar. Biz çocuklar öbek öbek (Fareli köyü kavalcısı masalında ki gibi) peşlerine takılıp mahalle mahalle gezdik. Meğer Panayır kurulmuş tanıtım yapıyorlarmış. (O uzun bacaklı adamın adı da boncukmuş).
Neyse bizim mahallenin kadınları, erkekleri çocuklarını da alarak panayıra gittiler. Bir sürü çadırlar kurulmuş, bir sürü hayvanlar, kumar makinaları, falcılar, halkacılar halkın ilgisini çekmişti. Büyükler kumar makinalarına gittiler (sanki hileli makinalarda kazanacaklar gibi). Bende çok para kaptırdım ama çocuk harçlıklarımla çok para anlayın artık siz onu.
Bir çadırın önünde bir adam bağırıyor. Bu canavarı yakalarken iki gemi battı, yüz insan öldü. Falan filan, tabi merak edip 25 kuruş verip girdim. Siyaha yakın bir hayvan, köpekten küçük, kediye benzer bıyıklı bir yüz. Etrafını iple çevirmişler. Bakıcısı yaklaşmayın diye herkesi devamlı uyarıyordu. Şimdi hangi hayvan olduğunu gördüğümüz için ne denli aptal yerine konmuşuz uyanıklar tarafından. Hayvan FOK balığıydı.
Ordan çıktık. Yine 25 kuruş verdik, başka bir çadıra girdik. O çadır da yarı beline kadar balık, yarı beline kadar kadın. Belinin ek yerine bir bez koymuşlar. Orayı biz görmüyoruz. Tamamen sahtekarlık örneği. Eftelya’yı da gördük. Oradan çıktık, başka bir çadırın önüne. Orada kavanozun içine bir yığın yılan doldurmuşlar şov yapıyorlar. (Ben yılandan çok korkarım, bakamam bile). Oradan koşarcasına kaçtım. Doğruca halkacıların yanına gittik. Bir masanın üzerine bir yığın sigara dizmişler. Sigaralara halka atıp halkanın içine girerse sigarayı kazanıyorsunuz. Fakat o kadar sık koymuşlar ki halka diğer sigaraya çarpıp zıplıyordu. (Yani tam bir dalavera). Ben çok gözlemci çocuk olduğum için inanın bunların farkındaydım. Birde silah attık. Hiç birine isabet ettiremedik. Kumar sehpalarında para kaptırdık. Fakat çok eğlendik ve evlerimize döndük.
Kandıralılar için müthiş bir eğlenceydi. Kumarı ve eğlenceyi çok severler. Çocuklara da Luna park kurulmuştu. Dört gün dört gece panayırın saniyesini kaçırmamıştık.
Anılarımın içerisinde keyifli hatırladığım günlerdi.
DUDU VE KEMAL ABİ!
Yörükler Seyrek’te kızılcık ve kestane ormanı içlerine çadırlar kurmuşlardı. Küçük yavru develeri vardı. Zaten kumların üzerindeki develere akıl sır erdirememiştim. Develer sayesinde yörüklere ulaşmıştık. Kızılcık ve kestane toplamaya gittiğimizde tanıştık. Her şeye havlayan bir minicik köpekleri vardı. Bir defasında beni kovalamıştı. Biz onlardan peynir ve yağ almaya başladık. Çok iyi insanlardı. Bizi çaya davet ettiler. Mis gibi ormanın içinde annemler, teyzemler onlarla hep beraber kahvaltı etmiştik. Arada sırada annem onlardan tuzsuz peynir alır höşmenim yapardı.
Dudu çok uyumlu bir kızdı. Esmer ve uzun boyluydu. Bizle çok kaynaşmıştı, Beraber denize girerdik. Kendine iki büyük eşarptan mayo yapmıştı. Eşarbın birini verev olarak omuzundan bağlamış, öbürünü ise yine verev olarak basenine bağlamıştı. Abisi Kemal abi çok uzun boylu çok esmer yakışıklı biriydi. O da en az Dudu kadar iyi bir insandı. Özlenmeyi en çok hak edenlerden birileriydi onlar. Annesini ve babasını flu olarak hatırlıyorum. Yıllar sonra araştırma yaptığımda Adapazarı’nda oturduklarını öğrendim. Bize kırk beş dakika uzaklıkta fakat ne soy isimlerini ne de adreslerini biliyorum. Yıllar sonra görüşmek isterdim onlarla.
Yaşadığım anıların bir parçasında hem de güzel bir parçasında olan insanlardı.
NEBAHAT YENGEM VE KEMAL GÜRKAN DAYIM!!
Kemal Dayım, annemler tarafından akrabamızdı. O nu gerçek dayım kadar severdim. Zira bize çok yakındılar. Nebahat yengem ise çerkez di. Herkese karşı çok saygılı bir insandı.
Nebahat yengemlerin Aydınlık mahallesinde oturduğu yılları flu olarak hatırlıyorum. O tarihlerde çok küçüktüm. Sokaklarda oynardım. Annem dövdüğünde onlara kaçar, ben sizin kızınız olacağım dermişim (yıllar sonra Nebahat yengemden öğrenmiştim). Kemal dayım bana karakız derdi (Aslında kara da değildim) Sokakta oynamaktan kararmışım demek ki. İroni yapıyor desem babaannemin kardeşi saraylı teyzenin eşi de karaböcek diye hitap ederdi bana.
Nebahat yengem çok güzel çerkez yemekleri yapardı. Çokta temizdi. Ramazanda annemlerle birbirlerini davet eder oruç bozmaya giderlerdi. Kandıra’nın ilk televizyonu onlardaydı. Pazar günleri onlara izlemeye giderdim.
Kemal dayım ormancıydı. Orman lojmanlarında otururlardı. Dünya tatlısı insandı. Erdoğan, Hakan diye iki oğulları vardı. Erdoğan abiyi yıllar sonra Kıbrıs gazisi olarak Kandıra’ya getirdiler. Törenle ve büyük izdihamla karşılandı. Tören alanı insan seline döndü. Sonra ordudan Albay olarak ayrıldı. Hakan ise Pilot olmuştu. Onun da helikopteri düşmüş yara almadan kurtulmuştu.
Nebahat yengemler İzmit Çenesuyu’nda inşaat yapmışlardı. Beraber İzmit’e inşaatı görmek için gittik. O nun kızı olmadığı için beni herkese kızım diye tanıtıyordu, gururla. O nasıl konuşkan, nasıl candan biriydi. Konuşurken ağzının içine bakardınız. Benim hayatımdaki en anlamlı insanlardı onlar. Yıllar sonra çenesuyunda ki evlerine (akrabam Huriye ile ) gittiğimde, onun rahatsızlandığını öğrendim. İçim cız etti. Yılların ne kadar acımasız olduğunu gördüm. Huriye ile beraber saatlerce oturduk anılardan bahsettik. Eve içim buruk döndüm. O güzel insanı böyle görmek beni çok mutsuz etmişti. Yine bir gün görmeye giderim derken vefat ettiğini öğrendim. Çok üzüldüm. İyi ki de görüşmüşüz canım yengem benim. Senin iyiliklerini asla unutamam. Kandıra’dan anılar hep güzel olmuyor maalesef….
BEKİRLERİN EMİNE TEYZE!
Emine teyzeler evimizin yanında kocaman bahçeli büyük ahşap evde oturuyorlardı. Emine teyze, annemin ve Hamiyet teyzemin çok samimi olduğu ve çok sevdiği insandı. Üç çocuğu vardı. Şerafettin, Sıdıka ve Sevda. Şerafettin abi, çok aşırı yaramazdı. Mahallenin çocukları ile hiç geçinemez hep kavga ederdi. Sıdıka abla, ablamın arkadaşıydı. Arada sırada darılırlardı (Çocukluk geçimsizliği) Ablam bazı hareketlerini sevmezdi. Hiç unutmam bir gün yine darılmışlar. Emine teyze anneme söylemiş, annemde barıştırmak için, tavuk suyuna çorba yapmış. Büyük bir kaseye koyup ablama bunu Emine teyzenlere götür dedi. Ablam inat edip gitmek istemiyordu. Fakat annemin zoru ile ikimiz beraber gittik. Yemektelermiş. Balık yiyorlarmış O ara Sevda bir bardak suyu aldı, suyu içerken ağzındakileri bardağa boşalttı. Bizim midemiz bulandı. Emine teyze Balık yiyin diye çok ısrar etti ama biz kendimizi eve zor attık.
Sevda ise benim arkadaşımdı. Kafasından çok senaryolar üretirdi. Ankara’da otururlarken evlerinde karanlık dolapları varmış. O dolabın içinde korkunç bebekleri varmış. Daha buna benzer çok senaryolar yazardı. Biz de Sevda ile bir dargın bir barışık olurduk. Hatta bir gün ben o kadar kızmışım ki, arkadaşlarıma, ben öğretmen olacağım Sevdayı döveceğim demiştim (Sanki o hiç büyümeyecek gibi.) Çocuk aklı. Ama yine de birbirimizi çok severdik. Yıllar içerisinde birbirimizden koptuk ama yıllar sonra facebook’taki bir paylaşımımın altına Nurşen seninle görüşsek ne güzel olurdu yazmış. Bende gel arkadaşım görüşelim dedim. Sonra Facebooktan kayboldu. Meğer hastaymış. Kısa süre sonra vefat ettiğini öğrendim. Günlerce kendimi toparlayamadım. Hasta olduğunu bilseydim mutlaka arardım. Nurlar içinde yat canım benim.
Sevda ve Sıdıka abla çok güzel kızlardı. Bebek gibi yüzleri vardı. Emine Teyzeye benziyorlardı. Emine teyze bembeyaz güzel ve güler yüzlü bir kadındı. Mahallenin tüm kız çocuklarının kulaklarını teyzemin bahçesinde toplu iğne ile delmişti. Benim küpe deliklerimde onun eseridir.
Güzel insanlardı. Güzel yaşadılar bu mahallede. İşte Aydınlık mahallesi Tekke meydanındaki çocukluğuma dair bir kesit daha…