Deprem Bölgesinde Bizimkiler-Abdullah KÖKTÜRK

BAYIRBUCAK TÜRKMENLERİ İLE SICAK SOHBETLER
2024 yılının sonbahar aylarından Olan Ekim’de, kardeşim Recep’le bir Hatay gezisi
yapmıştık.
Dostlarımızı ziyaret etmek, deprem bölgesinin son durumunu görmek ve bu bölgedeki
Suriyeli sığınmacılara da uğramak maksatlı bir geziydi bu Hatay ve Osmaniye seyahati.
Hatay ve Osmaniye merkez ve ilçelerin de depremden sonra yeniden toparlanma
çalışmaları hızla devam ediyor. Özellikle köy evlerinin büyük oranda yapıldığına şahit
olduk.


Bunun yanında yıkılacak ve hasarlı binalar da halâ mevcut. Gördüğümüz kadarıyla
deprem bölgesi dediğimiz il, ilçe ve köylerdeki bu çalışmalar daha epey bir zaman
süreceğe benziyor. Tabi kolay değil, ASRIN DEPREMİ’nin yok ettiği ve yaraladığı binaların
bir çırpıda yapılması.


Şehir ve kasabalarda da, hala bir sakinlik ve tenhalık da hemen göze çarpıyor. Tabi bu
da, deprem sonu göçün doğal bir sonucu…
Deprem bölgesinde konuştuğumuz insanlar da, özellikle gençlerin bir kısmının büyük
şehirlere göç ettiğini de zaten söylüyorlar.


Tabi bu arada dükkanların, alışveriş yerlerinin büyük oranda açıldığını ve çalıştığına da
şahit oluyoruz. Her şeye rağmen, deprem bölgesinde umutla evinin ve dükkanının
kapısını açan insanlarımızı görmek de, bizleri mutlu etti.
Daha sonra da, Suriye’den gelen insanlarımızın barındığı prefabrik kentleri gezdik. Çadır
kent demiyoruz. Çok sağlam prefabrikler ile düzene sokulmuş barınma kentleri,
sorunsuz bir şekilde işlevlerini yerine getiriyorlar.


Elektrik, su ve ısınma ve de bir çoğu ihtiyaçları devletimiz tarafından karşılanan bu
prefabrik kentlerde oturanların da, devletimizin bu hizmetlerinden de memnun
olduklarını sık sık dile getirdiklerini gördük.
Bu arada da çocukların da, eğitimleri sorunsuz devam edebiliyor.


Prefabrik kentlerde mescitlerde oluşturulmuş, insanlar rahatla dini vecibelerini yerine
getirebiliyorlar.
Bir TÜRKMEN prefabrik kentinde yürümekte heyet olarak zorluk çektik. Karşılıklı selam
sabahtan sonra önümüze çıkıp, bir kahvemizi, çayımızı içmeden gidemezsin deyip
önümüze bent oluyorlardı.
Böyle olunca da, bazı Türkmen ailelerinin isteklerini yerine getirdik, ve misafiri olup,
çay kahvelerini içtik ve de gönülleri almış olduk.


BİR TÜRKMEN BEYİ, RAŞİT YİĞİT ALİ. Suriye’den ülkemize sığınan Arap ve Türkmenler,
sadece prefabrik kentlerde kalmıyorlar, kira verip evlerde de oturanlara da çokça
rastladık.
Bunlardan biri de, RAŞİT YİĞİT ALİ. Kirada oturduğu evde bu TÜRKMEN büyüğünü
ziyarete gittik. Bizi çok samimi bir şekilde kapıda karşıladı. İri-yarı hafif sarışın, güler
yüzlü, özgüveni de yerinde, Türkmen Ulularından biri YİGİT ALİ, 80 yaşında olmasına
rağmen, 60’lı yaşların enerjisini ve dinamizmini de hala yaşatmaya devam ettirdiğini
gördük.
Ailesi ile birlikte bizlere sıcak bir karşılama da bulunan YİĞİT ALİ, evlerinin önündeki bir
dut ağacının gölgesinde, hazırlanmış masanın etrafına bizleri buyur etti.
Oturduğumuz masanın etrafında selam sabah ve hoş geldiniz ritüellerinden sonra
kendimizi tanıttık. Yiğit Ali de bu ziyaretten çok memnun kaldığını söyledikten sonra
sohbete başladık. Farklı konularda ve karşılıklı konuşmalardan sonra, bu TÜRKMEN
ATASI Yiğit Ali anılarını anlatmaya başladı. Bu anılardan biri de bizi gerçekten çok
etkiledi.
Ve Yiğit Ali bir anısını da söyle anlatmaya başladı. “Suriye Lazkiye’de bir cemiyete
düğüne katılacağımızdan dolayı bir yer ayırttırmıştık. Düğünün yapılacağı yere
geldiğimizde, baktık ki bizim masa ve sandalyeleri birisi kaldırtmış. Restorant sahibine
kim kaldırdı diye sorduğumuzda, karşı masada oturan Suriyeli bir albayın kaldırttığını
söylediler. Doğruca albayın yanına gittim. Anlayacağı dilden selamımı verdim ve bizim
masa ve sandalyeleri niye kaldırttığını nezaketle sordum.
Adam oturduğu yerden kalkarak “Siz Türkmenlerin, Türklerin, Türkiye’nin ve Lideriniz
Mustafa Kemal’in diyerek hem de bağırarak, çok ağır küfürler, etmeye başladı. Bu arada
ne oldu bilmiyorum, kendimi kaybetmişim. Baktım iki Suriyeli Subay yerde yatıyor, ağzı
burnu kan içinde. Tabi bu arada ortalık karıştı. Düğün yeri cenk yerine dönüştü. Bir grup
Türkmen de ister istemez olayın bir parçası oldular.
Sonra ben tutuklandım. Bu hadise çok büyüdü. Mesele Türkmen Nusayri Arap
çatışmasına doğru gitmeye başladı. Baktılar ki ortalık çok karışacak, ülkede yeni bir
huzursuzluk çıkmasın diye sulh yoluna gittiler. Ve ben de serbest kaldım. Serbest
kalıncaya kadar, tutukluluk halimle bana ne yaptıklarını ne eziyet çektirdiklerini tahmin
edersiniz! Bu albay bozuntusu sadece bana küfretseydi, belki bunu o günkü şartları göz
önüne alarak sindirebilirdim. Ama benim ülkem Türkiye’ye ve Mustafa Kemal’e
küfredince, ben, benden çıkmış ve başka biri olmuştum. Bir Türk’ten de zaten başka bir
şey beklenemezdi.”
Sohbetin başka bir kısmında da “Bizler Türkiye’ye yakın bir bölgede genellikle toplu
yaşıyoruz. Türkçeden başka bir dil de bilmeyiz. Bayırlarda, yükseklerde ve belenlerde
yaşayanlara biz BAYIR, BAYIRLI diyoruz. Düzde ve denize yakın yerlerde yaşayanlarımıza
da biz BUCAKLI BUCAK TÜRKMENLERİ diyoruz. Yani biz BAYIR-BUCAKLI olarak bir ve
bütün Türkmen boylarıyız ve nüfusumuz 3,5 milyon civarında. Bu topraklarda dün vardık,
bugün de varız ve yarında olacağız. Bu yüce milleti kimse sindiremez ve yok edemez!”
diyerek de sohbetine ara verdi.
Anılarla dopdolu olduğu için de zaman nasıl geçti anlayamadık…
Anılarımdan
Abdullah KÖKTÜRK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir