Bugün 26 Eylül. Dil Bayramı. Atatürk’ün 26 Eylül 1932’de topladığı I. Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü, ülkemizde her yıl Dil Bayramı olarak kutlanıyor. Bu münasebetle bu hafta Türk Dili konulu bir yazı yazmayı düşündüm. Kandıra’yla ilişkili bir yazı tabii. Kandıra ağzının söz varlığıyla ilgili…
Türkçe, dünyanın en eski, en köklü dilelerinden biri. Metin nitelikli yazılı kaynakları dikkate alınırsa yedinci yüzyıla, diğer bazı buluntular dikkate alınırsa M.Ö. 2500, Sümerce ile ortak ögeleri ölçüt kabul edilirse M.Ö. 3100 yılına kadar gidiyor.
Sadede gelelim:
Dilimizin en eski metinleri olan Orhun Yazıtları’nda “yabız” diye bir kelime var. “Kötü görünümlü, perişan” anlamına gelen. Köktürk kağanı Bilge Kağan, kendileriyle savaştığı o zamanki Oğuz Türklerinden bahsederken onlar için “Yadag yabız boltı” diyor. Yani “Yaya (kalarak) perişan oldu.” Kendi durumlarını da “Biz az ertimiz, yabız ertimiz : Biz az idik, kötü durumda idik.” Kardeşi için diktirdiği Köl Tigin yazıtında da “Yabız yablak bodunta üze olurtum: Perme perişan bir millete hükümdar oldum” ifadesini kullanıyor.
Bu kelime önce “yavız”, sonra da “yavuz” biçimine dönüşerek günümüze ulaşmış. Türk Dil Kurumunun yayını Türkçe Sözlük, “yavuz” kelimesinin ilk iki anlamını “güçlü, çetin; iyi, gürbüz, güzel” şeklinde veriyor. Sözünü ettiğimiz “kötü, fena” üçüncü anlam olarak verilmiş ve bu anlamın eskidiği belirtilmiş. Yani kısacası kelime sadece yabız’dan yavuz’a ses değişimine uğramakla kalmamış, anlamı da değişmiş. Başlangıçtakinin tam tersine olumlu bir anlam kazanmış. “Kötü (görünümlü)” yerine “iyi, gürbüz, güzel” anlamında kullanılır olmuş. Dil biliminde buna “anlam iyileşmesi” deniyor. Kelimenin “yavuz” biçimini olumlu anlamıyla isim olarak kullanıyoruz. Nitekim Osmanlı padişahlarının en ihtişamlılarından biri, Yavuz Sultan Selim. Öte yandan köylerdeki büyüklerimiz yeni yapılan bir şeyin güzel göründüğünü anlatmak için “Pek yavız olmuş”, küçük çocukları başlarını okuyarak severken “Güzel çocuğum” anlamında “Yavızım benim” der.
Yörelere göre değişen konuşma biçimlerine “ağız” diyoruz. Kandıra ağzı da bunlardan biri. “Yavuz” sözü, Kandıra ağzının söz varlığında yukarıdaki örneklerde görüldüğü “yavız” şekliyle yer alıyor, böyle söyleniyor. Standart Türkçedeki gibi “güzel” anlamında kullanılıyor. Söylenişi itibarıyla eski şekli hatırlatıyor ama Kandıra’da “sabun” kelimesi “sabın”, “tavuk” kelimesi “tavık”, “çabuk” sözü “çabık” şeklinde söylendiği için bunda şaşılacak bir şek yok. Öyleyse şaşılacak olan ne?..
Şaşılacak olan şu:
Kandıra köylerinde bir de “yabız” kelimesi var. Eski Türkçedeki ile bire bir aynı. Hiçbir sesi değişmemiş, kelime aynen böyle söyleniyor. Anlamı aynı köke dayandığı “yavız”dan farklı. Oradaki olumlu anlam burada yok. Tam tersine, “çirkin” anlamında kötüleme amaçlı kullanılıyor. Bilindiği gibi günümüzde şehirlerde özellikle genç erkek çocuklarından saçlarını aşırı miktarda jöle vb. şeylerle yatırarak görenleri rahatsız edecek kadar parlak bir görünüm verme alışkanlığı olanlar var. Köylerde de bazı gençler saçlarını limon vb. şeyler kullanarak buna benzer şekil verir. Bunlarla karşılaşan büyükler, bu görünümden duydukları rahatsızlığı, bu görünümü itici bulduklarını ifade etmek için yüzlerini buruşturarak “Bu ne böyle?.. Yabız olmuşsun!” tepkisini verir. Bazen de böyle birini başkasına gösterirken adeta dalga geçercesine, istihza ile “Yabıza bak!” derler. İtici, kötü bir görünümün ortaya çıktığını vurgulayarak bunu yapanı böyle ayıplarlar. Yani kelimeyi “çirkin” anlamında kullanırlar.
Özetle:
Kelimenin ilk şekli olan “yabız”, Kandıra ağzında on üç asır önceki (olumsuzluk içeren) “kötü görünümlü, çirkin” anlamında, sesçe değişmiş biçimleri olan “yavuz/yavuz” ise (anlamı da değişerek) tam tersine “güzel” anlamıyla kullanılıyor. Kandıra ağzıyla konuşan gocaba (büyükbaba) ve gocanalar (büyükanneler), 8. yüzyıldaki ataları Köl Tigin ve Bilge Kağan’ın kelimelerini onlar gibi kullanıyor, onlar gibi konuşuyor.
İlgi çekici değil mi? Ötüken nere, Kandıra nere?…